Mitoloji

[Mitoloji][bleft]

Türk Tarihi

[Türk Tarihi][twocolumns]

Gılgamış Destanı - 7

Sonsuzluğu Arama 

Gilgames, kendisini kirlara atti. Artik agladigim kimse görmeyecek, yüreginin acisiyla attigi çigliklari kimse duymayacakti. Bu acilar içinde bir taraftan da, "Ben de Enkidu gibi ölecek miyim? Ölümden korkuyorum. Evet, korkuyorum. Bir zamanlar ölümü istemeyerek özgürlüklerini feda etmeye kalkan yaslilara ne kadar sasmis ve ayiplamistim. Simdi ben de onlara benze-dim" diye düsünüyor, kirlarda basibos dolasiyordu. Artik arkadasinin ölümünü bir yana birakmis, kendi ölümünü düsünür olmustu. Ölümsüzlügün bir çaresi olmaliydi. 

Çok çok eski çaglarda, Tanrilarin insanlari yok etmek için yaptiklari tufandan sonra Utanapistim (Sumercesi Zivsudra) adli birinin ölümsüzlügü elde ettigini duymustu. Gidip onu bulmali, o nasil ölümsüz olduysa onu ögrenmeliydi. Halbuki, söylendigine göre, o çok uzaklarda, gidilmesi olanaksiz olan Tanrilar bahçesinde yasiyordu. Simdi onun akli fikri ona nasil ulasacagindaydi. Bir gün karar verdi. Ne olursa olsun, onu gidip bulacakti. O, olmayacaklari basarmisti. Bunu da basaracakti. Çünkü, basarmayi muhakkak istiyordu. Üzerine aslan postu, ayaklarina sandaletlerini giydi; eline bir dernek, beline bir hançer aldi. Sirtina bira tulumunu yüklendi. 

Kimseye görünmeden gizlice yola çikti. Yola çikmadan önce o degerli kaplar içinde Günes Tanri ve Samas'a bal ve tereyagi sundu. Ona, kendisine yardim etmesi için dualar etti. Artik ne krallik, ne saray, ne güzelim Uruk sehri, ne de onu siirleriyle, sarkilanyla göklere çikaran halki gözüne görünüyordu. Insanlar da Tanrilar gibi ölümsüz olmali, sevdiklerinden ayrilmamaliydi. Bunun için Utanapistim'e ulasmasi gerekiyordu Gilgames'in, "Ona ulasir, ölümsüzlügün gizemini ögrenirsem, hem insanlarimi ölümsüzlüge kavustururum hem de kahramanligim üstüne kahramanlik katar, Tanrilar gibi sonsuza dek yasarim" diyordu. Uruk kapisindan çikarken, bekçilerin kendisini tanimamalari ve görmemeleri için büyük gayret gösterdi. Sümer ülkesinin yollari dümdüz ve yapiliydi. Ova yesillikler, bahçeler, tarlalarla kapliydi. Bu yesillikler arasinda yürümek, ona büyük zevk veriyordu. Ne güzeldi onun ülkesi! Fakat, zaman geçtikçe yol-iz bulunmayan tepelere tirmanmaya basladi. Gündüzleri alabildigine sicak, geceleri de soguktu. O, gece gündüz, soguk sicak demeden yürümek istiyordu. Fakat, bazen gücünün sonu geliyordu. O zaman bir agaç kovuguna, bir kaya dibine veya buldugu bir magaraya girip uyuyup dinleniyor, kendine gelir gelmez yine yürümeye basliyordu. Yanindaki yiyecekler içecekler bitmisti. Bazen yaban agaçlarindan kopardigi meyveleri, bazen avladigi hayvanlari yiyordu. Fakat, yerine bir an önce varmak için yiyeceklerle vakit geçirmek istemiyor, ge nellikle aç geziyordu. Hayvanlari da avlamak istemiyordu. "Kendim ölmek istemezken, neden bunlari öldürüyorum?!" diye kiziyordu kendine. Bir taraftan Tanri ve Tanriçalara çatiyordu. "Mademki, onlar bizi yarattilar, neden öldürüyorlar? Neden insanlara aci çektiriyorlar? Bir insani baskasini öldürünce cezalandiriyorlar; Tanrilar ise istediklerini öldürüyor, istedikleri zaman sehirleri yakip yiktiriyorlar. Rüzgârlar, firtinalar, yagmurlar ve taskinliklar veriyor, tufan ile yarattiklarini yok ediyorlar. Bu yaptiklarindan dolayi onlari cezalandiran da yok?!" diye düsünüyordu. O kadar çaresizdi ki, kimi suçlayacagini, kime çatacagini bilmiyordu. Daglara tirmanirken, kayalarda elleri yaralaniyor, bu arada onlari da iyi etmeye çalisiyordu. 


Daglardan asagi derin vadilere inmek de çok zordu. Her an ayagi kayip yuvarla-nabilirdi. Üstü basi perisan bir haldeydi. Saçi sakalina karismaya baslamisti. Yolda rastladigi hayvanlar bile ondan korkarak kaçiyordu. Bir gün günesin zor girdigi bir ormana daldi. Agaçlar o kadar sikti ki, yol açarak güçlükle yürüyordu. Birden karsisina koca yelesiyle bir aslan çikmaz mi? Iste bunu hiç düsünmemisti. Bir an ne yapacagini bilemeden oldugu yerde kaldi. Acaba aslan üzerine atilacak miydi veya diger hayvanlar gibi ondan kaçacak ya da aldiris etmeden yoluna devam edecek miydi? Hemen, "Enkidu olsaydi, belki de ona arkadaslik ederdi?" diye düsündü. Aslan da ne yapacagina karar vermek ister gibi bir an durarak Gilgames'e bakti ve birden saldirdi ona. Gilgames aslanin durusundan bir saldiriya hazirlandigini hemen anlamis, kendisini toparlamis, karsilik vermek üzere o da hazirlanmisti. Aslanin saldirmasiyla, Gilgames'in canavari öldüren o güçlü yumrugu aslanin alnina gelince, aslan sarsildi ve yere düstü. Gilgames onun bu durumundan yararlanarak ikinci, üçüncü yumruklarini indirince, aslan güçsüz olarak yere yigildi; kalkamadi ve kendinden geçti. Gilgames, onun artik kalkamayacak hale geldigini görünce öldürmeye kiyamayarak yoluna devam etti. Bir gün bir de bakti ki, sipsivri iki dag karsisinda. Ne kadar da birbirlerine benziyorlardi. Bu yüzden onlara ikiz dag anlamina gelen Masu adini vermislerdi. Gilgames, durdugu yerden daglari incelemeye basladi ve "Bu daglarin tepesine kadar mi çikmam gerekecek veya daha asagilarda geçit yollari bulacak miyim" diye düsünüyordu. Yavas yavas tirmanmaya basladi. Asagisi da o kadar derin görünüyordu ki, bir hayli yol alip, yukariya çiktigi zaman karsisina büyük bir kapi çikti. Kapinin önünde akrebe benzeyen, baslari göge uzanmis, ayaklari yerin dibine batmis gibi görünen iki adam duruyordu. Onlar, dogusundan batisina kadar günesi izliyorlardi. 


Gilgames onlari görünce birden ne yapacagini sasirdi. Öyle korkmustu ki, oldugu yerde çakilmis gibi kaldi. Bir tarafa kimildayamiyordu. Bir ara kendini topladi ve gayet saygili olarak onlarin önünde egildi. O sirada akrep adam karisina seslendi: "Hanim, bak bize biri geldi. Onun vücudunda Tanri eti var" deyince, karisi içeriden "Biliyorum, onun üçte ikisi Tanri, üçte biri insandir" dedi. Bunu duyan Gilgames sasirdi. Nasil biliyorlardi bunlari? O düsünürken, akrep adam ona, "Tanrilardan olan sen! Bu uzun yolculuga çiktin! Niçin buralara kadar büyük güçlüklere katlanarak geldigini ögrenmek istiyorum" dedi. Gilgames, "Tanrilarin arasinda yasayan Utanapistim'i görecegim ve ona ölümsüzlügü nasil bulacagimi soracagim" dedi. Akrep adam güldü: "Simdiye kadar onu kimse bulamadi. Oraya ulasman imkânsiz. Oraya giderken ne günesin dogdugunu ne de battigini görebilirsin. Her taraf kapkaranliktir" dedi. 
Gilgames, büyük bir üzüntü ve aci içinde olmasina ragmen, "Ne olursa olsun, oraya gitmek istiyorum. Lütfen bana kapiyi aç, geçeyim ve yolumu sürdüreyim" dedi. Akrep adam, "Gilgames sana Masu Dagi'nin kapisini açacagim ve bu dagi geçmen için izin verecegim" dedi ve kapiyi açti. Gilgames kapidan geçince, büyük bir tehlikeden kurtulmus gibi ferahladi. Fakat, akrep adamin söyledigi gibi, yol-iz olmayan bu yerde günes de görünmüyordu. Her taraf kapkaranlikti. Ne önünü, ne de arkasini görebiliyordu. Yorulunca oldugu yerde kivrilip yatiyor, kalkip yine yürüyordu. Ne gece oldugu, ne gündüz oldugu belliydi. Geceler gündüzler birbirine karismisti. Nihayet bir gün uzaktan bir isik göründü, isigi görünce Gilgames öyle sevindi ki, sanki bütün yorgunlugu gidivermisti. 


Fakat acayip bir isikti. Ne oldugunu anlayamadi. Onu bir an önce görmek için adimlarini hizlandirdi. Isik piril pirildi, yanip sönüyordu adeta. Yanina yaklasinca, sasirip kaldi. Inanilacak gibi degildi gördügü. Sanki rengârenk degerli taslardan olusan bir bahçeydi karsisindaki. Taslar, üzüm salkimlari, meyveler asilmis gibiydi dallara. Onlardan gözlerini alamiyor, baktikça büyük bir cosku doluyordu içine. Meger burasi Günes Tanrisinin bahçesiymis. Onun karsisinda bir süre durduktan sonra, "Haydi Gilgames, mademki aydinlik basladi, yoluna devam et" diyerek yürümeye basladi. 

Nihayet deniz göründü. Iste bu onun için büyük bir sürprizdi. Gözlerine inanamadi. Denize dogru adimlarim yöneltti. Deniz kenarinda küçük bir yapi vardi. Ne olabilirdi o? Kapiya yanasti. Kapi yariaçikti. Kapiyi iterek çekingen adimlarla içeriye girdi. Bir tezgâh önünde Siduri adinda bir kadin duruyordu. Burasi bir içki eviydi. Kadin da onu isletiyordu. Kadin Gilgames'i görünce birden tas kesildi. Çünkü, onun saçi sakali birbirine karismis, elbiseleri paramparça, yüzü gözü pislik içinde, korkunç bir görünümü vardi. Kadin kendi kendine, "Bu bir katil kuskusuz, beni öldürecek. Elinden nasil kurtulup kaçabilirim?" diye düsünerek, kapiya dogru yöneldi. Gilgames, durumu hemen anladi ve "Niçin kaçmaya çalisiyorsun, kapilari kirip çarpacagimi, seni öldürecegimi mi düsünüyorsun yoksa?" dedi ve sözünü sürdürdü: "Ben Gilgames'im. Sedir ormanlarinin canavarini, gök bogasini öldüren. Daglan asan, ormanlar geçen, aslanlari dize getiren Gilgames! Duymadin mi adimi?" Bu sözler üzerine biraz sakinlesmis olarak, "Bütün bunlari yapan sensen, neden yanaklarin göçmüs, yüzün asik, kalbin üzüntülü, neden uzun bir yolculuktan geliyormus gibisin? Neden böyle kirli, pasli, basibos dolasiyorsun?" diye sorulari siraladi Siduri. Gilgames, "Bayan, benim en candan arkadasim, küçük kardesim, kirlarda yaban hayvanlarina arkadas olan, benimle sedir ormanlarinin ejderi Humbaba'yi öldüren ve benimle en zor serüvenlere atilan Enkidu'yu insanligin kaderi elimden aldi. Yedi gün yedi gece onun üzerine kapandim. Burnundan kurtlar çikmaya baslayinca beni üstünden zorla kaldirdilar. Iste o günden sonra ölümden korkmaya basladim. Kendimi kirlara attim. Günlerce haykirdim, agladim, üzüldüm. O kadar sevdigim bu küçük kardesim simdi toprak oldu. Iste bu yüzden kalbim üzüntülü, yüzüm asik. Uzun yollar asip geldigimden üstüm basim perisan" diyerek basindan geçenleri kisaca Siduri'ye anlatti. "Anladim ki kardesinin ölümü seni çok üzmüs. Iyi, ama buralara kadar niçin, ne yapmak için geldin?" Gilgames, "Ben de onun gibi ölmek istemiyorum. Onun için ölümsüzlügü bulmak üzere yola çiktim. Duyduguma göre, ölümsüzlügü kazanan Utanapistim adli biri varmis. Ondan ölümsüzlügü nasil elde ettigini ögrenecegim" dedi. Siduri bunun üzerine, "Ah Gilgames! Ele geçirmene imkân olmayan ölümsüzlügü bulmak için bu kadar sikintiya girmek ha! Yazik olmus sana! Tanrilar daha insanlari yarattigi zaman ölümü de onlara vermis. Yalniz insanlara mi? Her varligin bir olusumu bir de yok olusu var. Sen bilgin bir adamsin, bunlari bilmen gerek. Ey Gilgames! Bulamayacagin ölümsüzlügü aramak için kaybettigin zamana yazik olmus. Sana verilen bu yasamin tadini çikarmaya bak! Gece gündüz keyiflen. Her gününü üzüntüyle degil, sevinçli geçirmeye çalis. Ye, iç, çal, söyle, dans et, yikan, temizlen, güzel giysiler giy. Küçüklerin ellerinden tutarak, karini gögsüne bastirarak yasamina yasam kat. Bu iste insanligin kaderi" dedi. 
Gilgames, "Sayin Siduri. Belki dogru söylüyorsun, ama ben bir kez yola çiktim. Istedigimi almaya çalisacagim. Alamazsam o zaman senin sözlerini hatirlayacagim. Simdi senden Utanapistim'i nasil bulacagimi, ona nasil ulasacagimi söylemeni istiyorum. Bana onun yolunu göster! Bunun için ne olur bana yardim et! Geçmem gerekirse denizi bile geçecegim" dedi. 


Siduri, "Biliyor musun, simdiye kadar oraya giden olmadi. Çok çok eski günlerde oraya gitmek için yola çikanlar bile denizi geçememis; hele ölüm suyunu geçmek çok zor, sulari çok derin. Oradan yalniz ölüler götürülür. Bütün bunlara ragmen, yine de ölüm suyuna gitmek istiyor musun?" dedi.Gilgames, "Evet her ne olursa olsun, gidecegim. Ölsem de bu yolda ölmüs olurum. Duyduguma göre, Utanapistim'e giden Ur-sanabi adli bir kayikçi varmis. Onunla sulari geçecegim. Olmazsa geri dönecegim. Sen yalniz onun yerini bana göster!" dedi. Kadin, kayikçinin bulundugu yeri gösterdi Gilgames'e. O da gidip, onu buldu. Adam, Gilgames'i görünce meyhaneci Siduri gibi ona sorular sormaya basladi: "Neden yüzün solgun, yanaklarin çökmüs? Neden kalbin kederli? Ne kadar uzak yoldan geldin buraya?" Gilgames de ona, "Nasil yüzüm solgun, yanaklarim çökük, kalbim üzüntülü olmasin?!" diye sevgili arkadasinin ölümünü, bu yüzden perisan oldugunu anlattiktan sonra, "Simdi sana rica ediyorum Ursanabi. Beni ölümsüzlüge kavusan Utanapistim'in bulundugu yere götür, ne olur!" dedi. Ursanabi ona, "Seni oraya götürürüm. Yalniz tekneyi yürütmek için kürekler gerek. Her biri 60 metre uzunlugunda, kürek yerine geçecek agaçlari kes! Onlarin saplarini asfalt ile kapla ve buraya getir!" dedi. Gilgames, hemen yakinda bulunan ormana gidip istenilenleri yapip getirdi. Bunun üzerine Ursanabi ile tekneye bindiler. Yelkenler açildi. Rüzgârin etkisiyle tekne pupa yelken gidiyordu, l ay 15 gün sonra, Ursanabi, "Iste ölüm suyuna geldik" dedi. Burada durarak bir su yoluna 
girdiler. Her iki tarafinda dimdik kayalardan olusan bir dag yükseliyordu. Ursanabi, "Simdi ormandan kesip getirdigin siriklari kullanma zamani geldi. Onlari çok dikkatli kullanman gerek. Sakin elini suya degdirme! Çok dikkatli ol!" dedi. Gilgames, büyük bir dikkatle söylenenleri yapiyordu. Bir sirigi kullaniyor, o islaninca digerini aliyordu. Tekne ilerledikçe, gökyüzü görünmez oldu. Ortalik gece gibi kararmisti. Gilgames, elindeki siriklarla tekneyi zorla yürütüyordu. Öyle zordu ki bu is. Gilgames zorlandikça, kayikçi "Geri döne lim mi?" diye soruyordu. Fakat, Gilgames'in asla dönmeye niyeti yoktu. Sira, hazirladigi son siriga geldiginde uzaktan biri göründü. Kayikçi, "Gördügün kisi, Utanapistim iste" dedi. Utanapistim de gelen tekneye bakiyor, "Içindekinden biri benim adamim da, öbürü kim olabilir?" diye düsünüyordu. 

Karaya yanasip yere indiklerinde hemen Utanapistim Gilgames'e, "Sen kimsin? Neden yüzün solgun? Üzgün görünüyorsun! Neden yüzün gözün yara, üstün basin yirtik pirtik, nedir bu halin? Niçin geldin buraya? Çoktan beri yollarda miydin" diye sorulari siraladi. Gilgames de daha öncekilere söyledigi gibi önce kendini tanitti. Sonra arkadasi Enkidu'nun ölümünü, bundan dolayi çektigi üzüntüleri ve oraya gelinceye kadar dogru dürüst uyku uyumadigini, avlanarak karnim doyurdugunu, meyhaneci kadin Si-duri'ye rastlayisim bir bir anlatti. Fakat, henüz niçin geldigini söylememisti. Utanapistim, "Bütün bu sikintilari ve yorgunluklari çekip buraya neden geldigini henüz söylemedin. Onu bildir bakalim!" dedi. Gilgames, "Arkadasimin ölümü beni çok yikti. Ben de onun gibi ölmek istemiyorum. Onun için sana geldim. Çünkü sen ölümsüzlügü almissin. Onu nasil aldigini ögrenmek, ben de öyle yapmak için geldim!" dedi. Utanapistim, Gilgames'in yüzüne, "Yazik sana!" der gibi aciyarak, diger taraftan olmayacak bu istegi için alayli olarak bakti ve arkasindan bunun olamayacagini kanitlayan birçok soruyu siraladi: "Gilgames, simdiye kadar yapilip da hiç yikilmamis veya yikilmayacak bir ev gördün mü? Mühürlenen bir belge sonsuza dek kalir mi? Kardeslerin bölüstükleri miras sonsuza dek onlarin olur mu? Ülkede düsmanlik sonsuz mudur? Bir nehir sürekli tasar mi? Günesin 
yüzünü her zaman görüyor musun? Eski günlerden devamli ne kalmis ki? Uyku ile ölüm birbirlerine benzemiyor mu.' Her ikisi de ölüm gibi görünmüyor mu? Bütün varliklari yaratanlar, yasami ve ölümü birlikte vermisler. Her nesnenin bir varolusu, bir yok olusu var. Insanin da öyle. Elden ne gelir?" Gilgames, "Ama Utanapistim, sana bakiyorum, benden bir ayricaligin yok. Yüzün, gözün, 
elin, kolun ve ayaginla tipki bana benziyorsun. Ben seni savaslarla ugrasan bir kisi sanmistim. Görüyorum ki, burada bombos duruyorsun. Lütfen söyle, bu Tanrilar toplulugu arasina nasil girip, ölümsüzlügü alabildin?" dedi. 
Post A Comment
  • Blogger Comment using Blogger
  • Facebook Comment using Facebook
  • Disqus Comment using Disqus

Hiç yorum yok :


Dinler Tarihi

[Dinler Tarihi][bsummary]

Antik Tarih

[Antik Tarih][list]

Video

[Video][threecolumns]

Dünya Tarihi

[Dünya Tarihi][grids]