Gılgamış Destanı - 8
Tufan
Utanapistim, "Gilgames, bu büyük bir sir. Fakat, sen mademki bu kadar sikintilar çekerek buraya geldin, o sirri sana açiklayacagim, beni iyi dinle!" Gilgames bu söz üzerine, bu sirri ögrenip ölümsüzlüge kavusacagim diye büyük bir umuda kapildi. "Firat kenarindaki Suruppak adli sehri biliyorsun kuskusuz" diye söze baslayan Utanapistim açiklamasini sürdürdü: "Bu sehir çok çok eski bir sehirdi. Vaktiyle Tanrilar onun içinde toplanirlardi. Bir gün Tanrilarin babasi olan Gök Tanrisi Anu, savastan hoslanan danismanlari Enlil, onlarin temsilcisi Ninurta, vezirleri Ennugi toplanmislar. Bilgelik Tanrisi Ea da bir kösede oturiiyormus. Bu dördü 'Haydi bakalim, bir Tufan yapalim ve yarattiklarimizi, özellikle insanlari yok edelim' demisler ve buna karar vermisler. Bu, kösede duran Bilgelik Tanrisi'nin hiç hosuna gitmemis. Fakat, çogunluk digerlerinde oldugu için, sesini çikaramamis. Ben o sirada kulübemin içinde Tanrilarimiza dua ederek oturuyordum. Birden bir ses duyar gibi oldum.
Kulak verdim, fisilti halinde 'Konus kulübe, konus kulübe, duvar duvar dinle beni, Suruppak'in adami Ubartutu'nun oglu duyuyor musun beni?' diyordu. Hemen duvara yanastim. Büyük bir heyecanla, 'Evet duyuyorum' diye yanit verdim. O sözünü sürdürmeye hasladi. 'Ben Bilgelik Tanriniz Ea'yim, sana bir haber verecegim' dedi. Bu bana ne büyük serefti. Yüce Tanri Ea benimle konusuyordu. Olacak sey degildi bu, ama olmustu. Hemen, 'Dinliyorum sizi yüce Tanrim' dedim. 'Tanrilar toplantisinda arkadaslar her nedense bütün yarattiklarimizi yok etmeye kalktilar. Ben engel olmak istedim, basaramadim. Bunun üzerine seni dua ederken görünce, bunu sana bildirip senin yolunla hiç olmazsa bir kisim varligin kurtulmasini istedim. Simdi söyle yeceklerimi iyi dinle ve aklinda tut! Hemen simdi malini mülkünü topla, sat ve onunla bir gemi yap. Geminin eni boyu esit olsun, içine su girmeyecek sekilde onu kapla' dedi. Çok korkmustum, 'Sayin efendim, yüce Tanrimiz. Söylediklerinizi, emirlerinizi anladim. Bundan çok onurlandim. Hemen yerine getirmeye çalisacagim. Fakat benim simdi bir endisem oldu. Gemiyi yaparken, yaslilarimiza, sehrimizin halkina ne söyleyecegim? Onlara, 'Tanrilarimiz bir tufa n yapacak. Ben ondan canimi kurtarmak için bunu yapiyorum' dersem, muhakkak beni öldürürler' dedim. Tanrimiz Ea da Tanrimiz Enlil'in bana çok kizdigini, benden nefret ettigini ögrendim. Bu yüzden bu sehirden uzaklara, yüce Tanrimiz Ea'nin yanina, onun oturdugu Apsu'ya gidecegim' dersin dedi. Ben buna çok sasirdim. O, bana yalan söyle meyi öneriyordu. Fakat ne yapayim, Tanri emri. Herhalde onun da bir bildigi vardir!' dedim ve ertesi sabah gün agarir agarmaz, etrafima birçok insan topladim. Onlara Tanri'nin sözünü aktardim. Hemen ise basladim. Önce geminin planini yaptim. O tam alti katli olacakti." Gilgames: "Öyle bir gemiyi yapmak kolay olmamistir herhalde. Onu ne kadar zamanda yapabildiniz?" Utanapistim: "Tahmin edemeyecegin kadar kisa zamanda. O kadar çok yardimci toplanmisti ki etrafimda. Isbasi yaptigimda görmeliydin insanlarin karincalar gibi nasil düzenli çalistiklarini! Bir taraftan gemi için gerekli malzemeler yigiliyor, bir taraftan odunlar kesilip biçiliyor, hazirlanan keresteler bir araya getiriliyordu. Çocuklar bile vardi çalisanlarin arasinda. Dogrusu onlarin bu çalismalarina karsilik, hepsinin Tufanla ölecegini düsünüyor, üzülüyor, hem kendime hem Tanrilara kiziyordum. Neydi yarattiklarini yok etmekteki amaçlari. Çalisanlara her gün bogalar, koyunlar kestirttim. Kipkirmizi saraplari, biralari nehir suyu gibi bol bol içirttim zavallilara. Yeni yil sölenlerine benzer senliklerle isler yapiliyordu. Herkes baslarina gelecekleri bilmeden büyük bir gayret ve zevkle çalisiyordu. Geminin omurgasi bes günde bitiverdi." Gilgames: "Ne kadar çabuk. Herhalde gemi küçüktü." Utanapistim: "Ne diyorsun sen! Tam bir iku idi içinin genisligi." Gilgames: "Desene bir tarla kadar. Kenarlarinin yüksekligi 20'ser kamis?- yanlarinin uzunlugu da 20'ser kamisti" dedi. (1Iku: 3 600 metrekare. 2- Bir kamis: Üç metre kadar.) Utanapistim sözünü sürdürdü: "Alt ve üst güverteleri esit büyüklükteydi. Hepsini yediser bölmeye ayirdim. Ambar kismi da dokuz bölme oldu. Geminin dis kismini su geçmesin diye yagladim, ziftledim, kazanina bol miktarda zift doldurttum. Kürek yerine geçecek siriklari bir tarafa yigdirttim. Gemi suya indirilmeye hazir olunca, serefe içkiler içildi, çalgilar çalindi, sarkilar söylendi, danslar yapildi, büyük bir senlik vardi. Ustalar böyle bir eseri meydana getirdik diye gururla gemiye bakiyor, zevkten kahkahalar atiyorlardi. Zavallilar, baslarina geleceklerden haberleri olmadan büyük bir senlik içindeydiler. Onlarin bu halini gördükçe içim sizliyor, canimi kurtarmaya çalisacagima, ne olacaksa onlarla beraber olsun bana da diyordum. Fakat bu, yüce Tanrimiz Ea'nin emriydi, nasil dönebilirdim!" Gilgames: "Merak ediyorum, bu kadar büyük gemi kaç günde bitti ve nasil suya indirildi." Utanapistim: "Inanir misin, tam yedi günde!" Gilgames bunu duyunca büyük bir saskinliga ugradi. Kisacik zamanda nasil yapilabilmisti bu koca gemi. Gilgames'in bu saskinligi Utanapistim'e büyük bir keyif vermisti. Sözünü sürdürerek, "Dogrusu gemiyi suya indirmek hiç de kolay olmadi. Bereket onu yan yatmis siriklar üzerinde yapmistik. Onlarin yardimi oldu. Arka arkaya koydugumuz siriklar üze rinden kaydirmak için bütün çalisanlar gemiyi önden arkadan ittiler. Geminin üçte ikisi suya girince elime geçenleri, altinlari, gümüsleri, kirlarin hayvanlarindan bir kismini, sanatçilari bindirdim. Bütün hisim akrabalarimi doldurdum içine. Günes Tanrimiz Samas bana 'rüzgâr ve yagmur baslayinca gemiye gir, kapisini kapat' dedi. Onun söyledigi gibi gece birdenbire hava degisti. Firtinayla birlikte yagmur basladi. Hemen gemiye girip kapisini kapadim." Gilgames buraya kadar büyük bir dikkatle Utanapistim'in sözünü kesmeden dinledi. Sözün burasinda birden. "Gemiyi kim yönetecekti, onu da siz mi yürüteceksiniz" diye sordu. "Hayir" dedi Utanapistim ve sözüne devam etti: "Bu isi çok iyi bilen, tam bir gemici olan Puzuramiirri de içerideydi. O, hemen geminin dümenine geçti. Artik hepimizin sorumlulugu onun elindeydi. Sabah ortalik agarmaya basladiginda, ufukta simsiyah bulutlar yükseliyor, hizla bize dogru geliyordu. Uzaktan görülen simseklerin isigi birdenbire yakinimiza yetisip, ortaligi gündüz gibi aydinlatirken, kulaklari patlatacak gök gürültüleri onlari izliyordu. Firtina Tanrisi Adad, Savas Tanrisi Ninurta olanca güçlerini göstermeye çalisiyorlardi. "Yeralti Yargiçlari Tanri Anunnaki'ler durmadan mesalelerini yakiyorlardi. Bütün Tanrilar yarattiklarindan intikam alir gibiydiler. Bu kiyamet arasinda bir de göz gözü görmeyecek kadar karanlik basladi. Kimse kimseyi göremiyor, ortalik çiglik sesleriyle yanki-laniyordu. Insanlar sanki savasta gibiydiler. Ülke bir çanak gibi kiritip dökülüyordu."
Utanapistim sözünün burasinda durdu. Gözlerini kapadi. Yüzündeki ifade o günlerdeki korkuyu sanki yeniden yasiyormus gibiydi. Gözlerinden ince ince yaslarin döküldügünü gören Gilgames, onun konusmaya baslamasini sessizce bekledi. Kendisi de bu anlatilardan öyle etkilenmisti ki, ölümsüzlügü istedigini bile unutmustu. "Yeryüzü o kadar karanlikti ki, Tanrilar da onu göremez olmustu" diye Utanapistim yeniden söze hasladi. "Tanrilar bile yaptiklari bu tufandan korktular. Acidan köpekler gibi kivrildilar, sonra da göge Gök Tanrisi Anu'nun yanina kaçtilar. Tanriça Is-tar'i görmeliydin! Dogum sancisi çeken kadinlar gibi inleyip duruyordu, insanlar ve eski çaglar birden çamura döndü. Tanrilarin güzel sesli hanimi Tanriça Istar büyük bir pismanlikla 'Nasil bu kötü isin olmasina göz yumdum. Insanlarimin yok olmasina nasil razi oldum. Zavalli insanlarim balik yumurtalari gibi sulari nasil doldurdular!' diye agliyordu. Anunnaki'ler de onunla birlikte agliyordu. Tanrilarin dilleri tutulmus, kilitlenmis gibiydi. "Alti gün yedi gece firtina gürledi, yagmur bardaktan bosa-nircasina yagdi. Tufan sulan ülkeyi tümüyle kapladi. Yedinci gün, çilgin bir ordu gibi saldiran tufan yavasladi; deniz sakinlesti, firtina azaldi, taskinlik durdu. "Geminin penceresini açtim. Yüzüme isik geldi. Denize baktim, durgundu. Bütün insanlar, hayvanlar çamur olmustu.
"Yere çöktüm, aglamaya basladim. Gözlerimden yaslar sel gibi akiyordu. Biz kurtulmustuk, ama diger insanlara yazik degil miydi? Bütün çalismalar ve zorluklarla meydana getirdikleri sehirler yerle bir olmustu. Nasil kiymisti bütün bunlari yok etmeye Tanrilar, aklim bir türlü almiyordu." Gilgames de ona hak veriyor Tanrilarin bu kadar acimasiz olduklarini akli almiyor, sasiyordu. Utanapistim sözünü sürdürdü: "Denizin her yönüne 'bir kara parçasi bulabilir miyim?' diye baktim. Bir sey görünmüyordu. Belki kara parçasini bulur diye bir güvercin uçiirdum. Fakat, geri geldi. Çünkü konacak yer bulamamisti. Ikinci kez bir kirlangiç saliverdim, o da konacak yer bulamadan geri geldi.
Üçüncü kez gönderdigim karga konacak yer ve yiyecek buldugu için geri dönmedi. Tam o arada uzakta denizden yükselen bir kara parçasi gözüme ilisti. Gemiciye gemiyi oraya dogru sürmesini söyledim. Biraz sonra gemi karaya oturuverdi. Nizir Dagi imis onun adi. Karaya çiktim. Dagin tepesinde dört rüzgâra içki kurbanlari yaptim. Yediser kap içinde çesitli kokularda tütsüler yaktim. Tanrilar bu güzel kokulan duyunca, inanirmisin sinekler gibi kurban-larin üstüne çullandilar." Gilgames bu laflara gülsün mü, aglasin mi, bilmiyordu. Utanapistim, "Tanriça Istar da onlarla beraberdi ve bugünü, Tanrilarin kurbanlara üsüstükleri bugünü bir daha asla unutamayacagim diyordu. Fakat içlerinden yalniz Enlil gelmedi" dedi. Gilgames sabirsizlikla "Neden gelmedi acaba?" diye araya giriverdi. Utanapistim, "Çünkü o imis Tufani ortaya atan ve gerçeklestiren" diye anlatimina devam etti: "Tanri Istar da onun gelmediginin nedenini 'yaptigindan utandigi için!' diye yorumluyordu. Birdenbire Tanri Enlil ortada görünüverdi. Gemiyi ve gemiden çikanlari görünce müthis kizdi. 'Kim bunlari kurtardi, kim haber verdi, bütün ölümlüler tufanla yok olacakti' diye orada olanlardan yanit bekliyordu. Oglu Savas Tanrisi Ninurta, babasina dönerek, 'Kim olacak, böyle bir isi Tanri Ea'dan baska kim yapabilir!' dedi. O an Tanri Ea büyük bir hisimla ortaya atilarak, 'Ey silahsor Enlil! Hiç düsünmeden, yüregin acimadan nasil böyle bir tufan yaparsin! Günahli olan günahini çeksin. Baskaldiranlarin cezasi verilsin. Böyle bir tufan yapip her seyi yok edecegin yerde, insanlarin arasina bir kurt sokup, onlari azalttirsaydin! Bir tufan yapacagin yerde, bir kitlik olup ülke harap olmasaydi! Tufan yerine Salgin Hastalik Tanrisi Inra'yi çikartip insanlari öldürtseydin daha iyi olacakti. Üstelik Tanrilarin sirrini dogrudan dogruya söylemedim. Yalniz akilli Utanapistim'e bir rüya gördürdüm. Simdi git Utanapistim ile konus' dedi. Bunun üzerine Enlil gemiye geldi. Karimin ve benim elimden tuttu. Ikimizi de disari çikardi. Aramiza girerek alinlarimiza elini koydu ve bizi kutsadi: 'Utanapistim simdiye kadar bir insandi. Fakat, simdi o ve karisi biz Tanrilar gibi olup, aramizda yasaya caklar. Çok uzaklarda nehrin agzinda oturacaklar' dedi. Böylece beni ve karimi getirip, bu nehrin agzina yerlestirdiler."
Gilgames bütün öyküyü dinlemis, bundan kendi istedigi dogrultuda bir yorum çikaramamisti. Onun düsünceli haline bakan Utanapistim, "Iste böyle oldu Gilgames, benim ölümsüzlügü kazanmam. Ama senin için Tanrilar bir daha toplanir mi? Niçin toplansinlar?! Bana bu yasami kendi suçlarini örtmek için verdiler. Sana neye karsi verecekler ölümsüzlügü? Bunun olamayacagini sen de anladin herhalde! Gel simdi sana bir sinav yapalim. Tufan süresince biz alti gün yedi gece uykusuz kaldik. Bakalim sen de kalabilecek misin?" dedi. Gilgames o kadar yorgundu ki, "uyku" kelimesini duyar duymaz, daha Utanapistim sözünü bitiremeden dizi üstünde uyumaya baslayiverdi. Utanapistim karisina, "Onu uyandirmaya çalis bakalim, uyanacak mi? Uyanirsa geldigi kapilari geçerek yerine döner" dedi. Kadin onu uyandirmaya ne kadar çalistiysa da ölü gibi uyumustu Gilgames. Onun üzerine Utanapistim karisina, "O uyaninca 'uyamadim' diyebilir. Onun için her gün bir ekmek pisirip yanina koy. Böylece kaç gün uyudugunu ona kanitlariz" dedi. Kadin her gün bir ekmek pisirip yanina koyuyordu. Her gün konulan ekmek tazeligini zamana göre çesitli sekilde kaybediyordu. Kadin yedinci gün firindan henüz çikardigi ekmegi Gilgames'in yanina koyarak ona elini degdiriverdi. Gilgames uykusunu almis olarak, birden siçradi yerinden ve "Ben uyumadim degil mi?" diye saskin saskin etrafina bakarak sordu. Utanapistim ve karisi onu gülerek izliyorlardi. "Sana uyudugunu kanitlamak için her gün bir taze ekmek koyduk yanina. Ekmeklere bak kimi kurudu, kimi küflendi. Son ekmege elini koy. Bugün pisti, henüz sogumadi bile. Tam alti gün yedi gece uyudun. Sinavi kaybettin demektir."
Gilgames büyük bir üzüntüyle bir ekmeklere, bir de onlara bakip, "Ben ne yapacagim simdi. Bombos geri mi dönecegim? Ne diyecegim halkima? Bütün kahramanliklarim suya mi düsecek? Ölümden kurtulamayacagim. O hep etrafimda dolasiyor olacak. Her an ölüm korkusuyla mi yasayacagim?" dedi. Utanapistim Gilgames'e, "Dünyada sen yalniz degilsin ki! Herkes senin gibi ölüme mahkûm. Ondan korkup günlerini üzüntüyle mi geçireceksin?" dedi.
Gilgames'in bunlari dinlerken gözlerinden yaslar akiyordu. Utanapistim sözüne devamla, "Burada bütün korkularini, üzüntülerini at! Uruk'a gidinc e günlerini keyfince geçirmeye bak! Halkina yararli isler yapmaya çalis. Yaptigin her yararli is seni mutlu edecektir. Hatirla! Canavari, gök bogasini öldürdügünde halkin sevinci seni ne kadar mutlu etmisti" dedi. O günler birden Gilgames'in gözlerinin önüne geldi. O ne sevinç, ne cosku idi! Kucaklayanlari, sarkilar, siirlerle onlari göklere çikaranlari hatirladi. Bir an unutuverdi ölümü. Öyle dalmisti ki o günlerin coskusuna, Utanapistim'in, "Simdi artik kendine gel. Git, yikan! Saçini sakalini temizle. Yeni elbiseler giy" sözleriyle kendine geldi. O sözünü sürdürüyordu: "Ursanabi sana yikanacagin yeri göstersin, giyeceklerini versin. Temiz, pak kral olarak seni yerine götürsün" dedi ve Ursanabi'ye bunlar için emir verdi. Ursanabi onu yikanma yerine götürdü. Bol sular onu biraz daha kendine getirdi. Sudan bir türlü çikmak istemiyordu ve devamli kendini bu duruma alistirmaya, ölümü düsünmemeye çalisiyordu. Sudan çiktiginda saçlari temizlikten parliyordu. Yollarda yirtik pirtik olan giysilerini firlatip denize atti. Onlar dalgalara kapilip giderken, ölümsüzlük umudu da onlarla yok oluyordu aklindan. Ursanabi'nin verdigi yeni elbiseleri giydi. Saçlarini arkaya dogru atarak, alnindan basina bir bag bagladi. Tam eski yakisikli halini almisti. Birdenbire düsük omuzlari diklendi. Üzerine büyük bir canlilik geldi. Onun bu halini gören Utanapistim, "Artik krala benzedin. Rahatlikla Uruk'a dönebilirsin. Ursanabi seni kestirme yollardan götürsün" dedi. Ursanabi tekneye binmis, onu bekliyordu. Utanapistim, karisi ve Gilgames kiyiya geldiler. Gilgames tekneye binerken bu kadar büyük yorgunluklar, korkular çekerek geldigi bu yoldan ellerinin bombos döndügü yine aklina geldi. Büyük bir hüzne kapildi. Bu hüzün yüzüne de vurmus, gözleri donuklasmisti. Kendinde degilmis gibi olmustu. Onun bu halini gören Utanapistim'in karisi Muni de birden üzüldü ve kocasina, "Bak su Gilgames'in haline. Sözde kendine gelir gibi olmustu da sevinmis tim. Yine eski haline döndü. Onun bu kadar büyük hayal kirikli-giyla gitmesine gönlüm bir türlü razi degil. Ona su gençlik otunu söyle de onu bularak belki biraz teselli olur" dedi.
Tam bu sirada tekne kiyidan biraz uzaklasmisti. Utanapistim, onlara sahile yanasmalari için isaret verdi. Gilgames, birden "Acaba ölmemek için baska bir yol mu gösterecek?" diye büyük bir umuda kapildi. Hemen karaya yanastilar. Gilgames, tekneden atlayarak bir iki adimda kendini Utanapistim'in yaninda buldu. Utanapistim büyük bir merakla yüzüne bakan Gilgames'e, "Gilgames, çok yoruldun, çok üzüldün, büyük bir hayal kirikligina ugradin, gönlüm seni bos elle göndermeye razi olmuyor. Sana Tanrilarin bir sirrini daha açiklayacagim" deyince, Gilgames'in kalbi olanca hiziyla atmaya basladi. "Iste simdi ölümsüzlügün gizemini bildirecek!" diye büyük bir umuda kapildi. Utanapistim sözünü sürdürerek, "Dikenli bir ot varmis. Gülün dikeni gibi koparirken ellere batiyor, kan içinde birakiyormus. Yalniz bu bitkiyi yiyen yeniden gençlesiyor, eski gücünü kazaniyormus. Fakat, bu diken gideceginiz yol üzerinde olan derin bir suyun dibinde bulunuyor. Eger onu çikarabilirsen, yeniden gençleseceksin" dedi. Gilgames, ölümsüzlük yerine gençligi duyunca biraz bozulmakla beraber, yine çok sevindi. Yeniden genç olacak, hiç olmazsa ömrü uzayacakti. Bu da çok iyiydi. Bir an önce onu bulabilmek için hemen tekneye atladi ve Ursanabi'ye, "Vakit kaybetmeden gidelim" dedi. Çok uzun bir yolculuktan sonra, dikenin oldugu yere geldiler. Gilgames ayagina bir tas bagladi ve suya daldi. Dikenin yerini buldu. Dikeni koparmak hiç kolay degildi. Nereden tutsa dikenler ellerine batiyordu. Caninin son derece acimasina ragmen, dikeni kökünden kopardi ve ayagindan tasi alarak su yüzüne çikti. Suyun kenarina geldiginde sevinçten sanki uçuyordu. Gençlige kavusacak, eski gücünü bulacak, artik çabuk ölmeyecekti. Fakat, birdenbire yüzündeki sevinç sönüverdi. "Evet" diyordu kendi kendine, "ben gençlesecegim, ama etrafim-da olanlar, arkadaslarim yasli kalacak. O zaman ben gençles-misim ne önemi var! Bu otu beraberimde olanlarla paylasirsam, onlar da benimle birlikte gençlesir. Böylece hep beraber yasariz" diyerek, otu sarip sarmalayip koltugunun altina aldi. Bir süre gittikten sonra, hava çok sicak olmustu. Gilgames, serinlemek istedi. Elindeki diken çikinini kiyiya birakti. Soguk ve berrak suya kendini atti. Ne kadar iyi etmisti suya girmekle. Büyük bir keyif aldi, serinledi.
Nasil olduysa birden suyun kenarindan bir yilan süzülerek geldi ve gelmesiyle otu agzina almasi bir oldu. Gilgames, bunu görünce ne yapacagini sasirdi. Bagiriyor, agliyor, çigliklar atiyordu. Fakat, olan olmus, yilan otu yemis, kabugunu degistirerek, piril piril parlayan bir genç yilan oluvermisti. Bunun için mi bunca sikintilar çekmis, yollar yürümüs, ölüm kalim ugrasilari vermisti. Yazik degil miydi ona? Kiyiya otur mus, bir taraftan agliyor, bir taraftan söyleniyordu. Gözlerinden sel gibi yaslar akarken, "Söyle Ursanabi" diyordu, "ben yilanin gençlesmesi için mi sikintiya katlandim? Ellerim onun için mi dikenlerden kana bulandi? Kanimi onun için mi akittim? Görüyorsun, bu kadar sikintiya karsi ben ne kazanabildim? Nese, sevinç yerine yalniz üzüntü ve gözyasi degil mi? Ancak sunu ögrenebildim: Tanrilarin koydugu kurallar degismiyormus. Niçin böyle kurallar koymuslar, onu da aklim almiyor." Gilgames düsünmüyor, söyleniyor, agliyordu.
Ursanabi, "Gilgames aglamak, sizlanmak, söylenmekle bir sey elde edilmiyor. Onun için gel seni Uruk'a götüreyim. Bundan sonra elinde olan yasam günlerinin tadini çikarmaya çalis" dedi. Tekrar yola çiktilar. Oldukça uzun bir yolculuktan sonra Gilgames tekneden indi. Inerken Ursanabi'ye, "Eger yolun düsüp Uruk'a gelirsen, yaptirdigim sehir duvarinin üzerine çik ve iyice ona bak! Duvar pismis tugladan yapilmistir. Gör onu! Sakin duvarin temelini yedi bilgenin attigini düsünme. Onu ben yaptirdim, ben!" dedi ve "Uruk'u gez, gör. Tapinaklarina gir. Ziggurat'ina çik! Bak ne güzel sehirdir benim sehrim Uruk'um" dedi. Bunlari söylerken hepsi gözlerinin önünden geçti. Birden düsmüs omuzlari diklesti, kendine bir güven ve canlilik geldi. Adimlarini siklastirdi. Bir an önce sevgili sehri Uruk'una kavus mak istiyordu artik.
Muazzez İlmiye Çığ
Post A Comment
Hiç yorum yok :