Mitoloji

[Mitoloji][bleft]

Türk Tarihi

[Türk Tarihi][twocolumns]

Türklerde Mitolojik Yaratıklar

Arçuri
Çuvaşların inançlarına göre orman ruhu denilen şeytani bir varlık. Uzun saçlı, kara görünümlü ve bütün vücudu tüylerle kaplıdır. İkisi önde, ikisi arkada olmak üzere dört gözü, üç eli ve üç ayağı vardır.
Paasonen Sözlüğünde uzun boyu, yere değecek kadar uzun saçları şeklinde tanımlanır. İri, uzun ve sallanan göğüslerini omuzları üzerinden geriye doğru atar. Ancak erkek görünümünde de tasavvur edilir. İnançlara göre bu ruh insanı öldürmez, bedenine zarar verir.
Arçuri, Çuvaş inançlarında Hıristiyanlığın kabulünden sonra kötü bir ruh olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Avın uğurlu geçip geçmemesi onun elindeydi. Ormanda onu rahatsız edici bir sesle birbirlerini çağıranları aklında tutar, sonra yakalayıp gıdıklayarak öldürürdü. Kurban isteyen bu varlığı rahatsız etmek tehlikeli olurdu. At sırtında dolaşmaktan hoşlanan bu varlığa bazen su kenarlarında da rastlanılırdı. Değişkenlik becerisiyle istediğinde ak sakallı adam, istediğinde balina olabilen bu varlık göz açıp kapayıncaya kadar birçok nesneye dönüşebilirdi. En çok hoşlandığı ise tokat sesine benzeyen sesiyle ürpertici bir kahkaha atarak insanları çağırmak. Eğer birisi dönüp bakarsa bu sese, bakanı yer. Zamansız ölenlerin veya eceliyle ölmeyenlerin ruhlarının öldükten sonra Arçuri’ye dönüştüğüne inanılır.
 Azmıç
‘Azmıç’ın adı, ‘az’ köküyle bağlantılı olup, Yol Azdıran şeklinde anlamlanır. Karaçay – Balkarların inançlarına göre Şeytani bir ruh. Belli bir görüntüsü yoktur. İnsanlara düşmandır, kurbanları tek başına yola çıkan insanlardır. Azmıç bu insanları onu tanıyan birisinin sesiyle çağırır. İnsan dönüp cevap verirse Azmıç’ın buyruğu altına girer. Azmıç da bu insanı kayalıklardan aşağı atar. Kılıktan kılığa girer. Bir insana en sevdiği kişi gibi gözükebilir. Böylece insanları peşine takıp azıtarak, dağa, uçuruma, ırmağa götürüp buralara düşürerek ölmesine neden olur. Congolos’a benzer.

Bukrek
Altay şamanlığında, Sangal isimli kotu ejderle uzun yıllar savaş yapmış Kertenkele görüntülü olan bir ejderdir. Denizleri (Tengiz) birbirine bağlayan ve üst denizlerde yaşadığına inanılan efsane yaratıktır. Bukra seklinde söylenişi de vardır.
Uçamayan çok az Ejderden birisidir. Uzun bir boynu vardır fakat çok sağlam ve güçlü pençeleri vardır. Sesi çok güzeldir ve çok uzak mesafelerden duyulabilir. Sesini duyan kotu ejderler ondan kaçarlar.
Sangal ile olan 9 yıl boyunca süren savaşı kazandıktan sonra kuyruğunun ucunda taşıdığı yelpazeyi Anadolu da bir yere saklayıp halen yaşadığı üst denizlere gitmiştir. Efsaneye göre her bin yılda bir kere Anadolu da gezinip duruma göz kulak olurmuş.

Çarşamba Karısı

Türkçe'de 'saçı başı karmakarışık, üstü başı özensiz kadın' anlamında kullanılır, zaman zaman Alkarısı'na tekabül eder.
Çarşamba gecesi işe başlanırsa, kızan ve o eve kötülük yapan kötücül çirkin bir kadın olarak tanımlanan Çarşamba Karısı, gelip -genelde- evin çocuğunu her kesin gözü önünde alıp götürür. ('Kaçırmak'ta, kaçırılan canlı ya da cansız nesnenin sahibinden korkma duygusu ile 'Aman bu çocuğun sahipleri gelmeden kendisini alıp kaçırayım' şeklinde tanımlanabilecek bir telaş gizlidir. Oysa Çarşamba Karısı hortlak veya hayalettir ki hortlak ve hayaletlerin de ne çocuğun anne babası, ne de bir başkasından herhangi bir korkusu bulunabilir ve bu nedenle de bahsini geçirdiğim Çarşamba Karısı'nın çocukları kaçırması değil, onları herkesin gözü önünde alıp gitmesi söz konusu edilmelidir) Yine anadolu inançlarında haftanın belirli bir günü, yarım kalan işlerin olduğu evlere gelerek işleri karıştıran, insanlara kötülük yapan dişi varlık olarak tanımlanır.
Mitolojik bir yaratıktan ziyade hortlak, hayalet, -genel anlamda- cin, peri, öcü, dunganga türünde bir memorat unsurudur.

Alkarısı


Türk, Anadolu ve Altay halk inancında lohusa dönemindeki kadınlara ve atlara musallat olduğuna inanılan yaratıktır. Efsanenin temeli Şamanizm'e kadar uzanır.[1] İnanışa göre lohusaların ve yeni doğmuş çocukların ciğerleriyle beslenir. Alkarısından korunmak için çeşitli çarelerin olduğuna inanılır. Lohusa kadını yalnız bırakmamak, ışıkları sürekli yakmak, başucuna Kuran koymak, yüzünü kırmızı örtüyle örtmek bunlardan bazılarıdır. Albastıya neden olduğuna inanılır. Albıs adlı yaratık ile de alakalıdır. Aynı zamanda Lilith'e karşılık gelmektedir. Lilith'in Adem'in ilk karısı olduğuna ve onunla aynı anda yaratıldığı için Adem'e tabi olmayı reddettiğine ve bu yüzden lanetlendiğine inanılır.


Çay Ninesi
Türk ve Azeri halk kültüründe çaylarda (derelerde, ırmaklarda) yaşadığına inanılan ruhani bir varlık. Su merasimi ile bağlantısı olan olan mitolojik bir ruhtur. Çay iyesi -> Çay inesi -> Çay ninesi şeklindeki bir dönüşümle oluşmuş bir sözcüktür. Azerbaycan Türklerinin geleneksel inançlarında yaşlı kadın kılığında, çayda (ırmakta) yaşadığına inanılır. 'Çay ninesi', köprüden geçerken suya çok bakılırsa kızar ve insanın başını döndürür. Başı dönen insanın gözleri kararır ve çaya düşer. Azerbaycanlılar, sabah suya gidildiğinde, "su sahibi"ne selam verilmesi gerektiğini düşünürler. Suya çöp ve pislik dökmek yasaktır. Bu "Çay ninesi"ni sinirlendirir ve insanlara zarar verir. Diğer Türk halklarında da, "Çay ninesi"ne benzer varlıklar bulunur. Kazan ve Sibirya Tatarlarında, Kumuklarda ve Karaçaylardaki "Su Anası"na (Suğ Anası, Suv Anası) çok benzer. Başkurtlara göre, Su Sahipleri'nin hepsi suda yaşarlar. İnsanlara da hiçbir zarar vermezler. Onların yaşadıkları sarayın girişi, nehirlerin derinliklerinde

Demirkıynak
Demirkıynak; Bigadiç dağlarında yaşayan, her kılığa girebilen, korkunç sesler çıkararak insanların delirmelerine sebep olan, çok pis kokulu kötücül bir yaratıktır. Sudan çok korkar. O göründüğü anda akarsu veya göle giren insanlara bir zarar veremeyeceğine inanılır.Ormanlarda yaşayan bu varlık, demir tırnaklı, demir burunludur. "Demirtırnak", Tepegöz efsanelerinin Kazak, Karakalpak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Altay ve diğer versiyonlannda, Tepegözün bazen kızı veya bazen de kız kardeşi olarak geçmektedir. Avcı gibi ortaya çıkan kahraman, önce Demirtırnağı, ardından da Tepegözü öldürür.

Emegen
Kafkas efsanelerinde anlatılan çirkin, insanüstü, zaman zaman birden fazla başı olan dev varlıklardır. Yine Nart efsanelerinde Emegenlerin sayıları pek çoktur ve her üç ayda bir doğum yapmaktadırlar. Her doğum sırasında ise yüzden fazla çocuk doğurmaktadırlar. Nart kahramanları sürekli Emegenlerle savaş halindedirler. Nart kahramanları bilek güçleriyle ve üstün zekalarıyla Emegenleri her zaman yenmeyi başarsalar, sürekli galip gelseler de, Emegenlerden çok çekinmektedirler. Çünkü Emegenler, yakaladıkları zaman Nartları yemektedirler.
Nart destanların göre dünyadaki bütün kötülüklerin kaynağı Emegenlerdir. Eğer Emegenler olmasaydı dünyada hiçbir kötülük olmayacaktı. Tanrılar, yeryüzünü Emegenlerin kötülüğünden korumak için Nartları yaratmıştır. Bu yüzden Nartlar sürekli Emegenlerle savaşıp durmaktadırlar. Emegenlerin anlatılmadığı hiçbir Nart destanı yoktur.
(Em) kökünden türemiştir. Emek (bir yerde olmak, güç tüketmek, iş yapmak) fiili bağlantılıdır. "Emen" ruh can demektir, ayrıca ağaç dikmek için açılan çukuru da ifade eder. Kafkasyadaki diğer halkların dilleriyle de ilgisi bulunduğu muhakkaktır.
 Enkebit
İç Anadolu da görüldüğü iddia edilen doğaüstü bir varlıktır. Anlatılara göre başında altın bir fesi vardır. Sağ elinin ortası deliktir. Enkebit; uyuyan insanların boğazlarını sıkarak onları boğmaya çalışır. Başından fesini kapan kişiye dokunmayacağına inanılır.

Germakoçi
Laz halk inancında orman içlerinde yaşayan, uzun boylu, vücudu kıllarla kaplı maymun ile insan arası bir orman yaratığının adıdır. [Megrelya]’da Oçhokoçi adıyla bilinen efsanevi yaratık pek çok masal ve efsanenin temel kahramanı olup, bazı varyantlarda bir cadı karısının kocasıdır ve yamyamdır. Yamyam olmayan hatta safça davranışlarından dolayı kolaylıkla kandırılabilen Trabzon folklorundaki Karakoncolos (yaban adamı) ile benzerlikler göstermesine karşın kendine özgü farklılıkları da vardır. Bazı halk bilimciler benzerleri tüm kültürlerde bulunan Amerikan Yerlilerince Sasquash, Nepal’de Yeti olarak isimlendirilen yarı insan dev yaratıkların öykülerinin Homo Sapiens’in hafızasına kazınmış MÖ 100,000 -35.000 yılları arasında yaşamış Neanderthal insanların mirası olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Garuda
Altay mitolojisinde, gövdesi, kol ve bacakları insan biçimli, kartal başlı, kartal gagalı ve kartal pençeli karakuş.
Garuda, evren ağacının dalları arasında bir yuvada bulunan yumurtadan çıkar. Annesi Vinata, babası Kasyapa’dır. Er Töştük Destanı’nda Karakuş adıyla yer alır; avlanmaya gittiği sırada bir ejderha (Yelbegen) gelip yavrularını yer ve bunu alışkanlık durumuna getirir. Bu kez Er Töştük, ejderhayı öldürür ve yavrularını kurtarır. Bu iyiliğin altında kalmak istemeyen Karakuş, onu yeryüzüne indirmek üzere sırtına bindirir. Yolda yiyecek bitince Er Töştük kendi etinden parçalar kopararak Karakuş’a verir. Yere inince bu fedakarlığı gören Karakuş, onun yaralarının iyileşmesini sağlar.

Gulyabani
Gul-i beyabani orijinal varyantiyle de karşımıza çıkan bu muhayyel mahluk, gezginlere ve yolculara uğrayıp onları mahveden canavardır. Daha sonraları Anadolu kültüründe Ahubabayla beraber anılmaya başlamış ve insan yediği düşünülen kocaman, uzun sakallı ve asalı bir dev olarak tasavvur olunmuştur.
Bazı Türk halklarının geleneksel demonolojik görüşlerine göre, her zaman kadın kılığında olduğuna inanılan mitlojik bir varlık. “Guleybanı” ve “Aleybanı” şeklinde de rastlanır. Adı hurafelerle ilgili olarak “Gulyabani”, korkunç bir varlık olup, karanlık zamanlarda çölde ve mezarlıklarda koşan birinin gözüne canlı gibi görünür. Vücudu tüyle kaplı, kocaman, pis kokulu bu acayip varlığın ayakları tersinedir. Gündüzleri mezara girer. Geceleri ise hortlayıp çıkar. At binmeyi ve at kuyruğu örmeyi ve çocukları çok sever. Bir oyundan çıkarak, onları güldürmeye çalışır. O ayni anda çöllerin ve harabelerin iyesiydi. O, yolcuları yollarından döndürüp mahvederdi.
Etnik-kültürel gelenekte ise bazen onun “Al ruhu”, “Al anası” ve “Al kadını” olduğu düşünülür. Bu görüş, aralarındaki benzerlik veya tam yakınlıktan ileri gelir. Pamir Kırgızlarının mitolojik metin ve efsanelerinde bu şeytanî varlığın adına “Gul” ya da “Gul-i Biyaban” şeklinde de rastlanır. Araştırmacılar bu varlığı en eski Arap rivayetlerine bağlıyorlar. “ıssız yerin ruhu” gibi anlamlandırılan bu şeytanî varlık, “Kar Adam” efsanelerinin yayılmasıyla yeni bir hayat kazanmıştır.
Bütün vücudu sarı-kırmızı tüylerle kaplı bu insanımsı çirkin varlık, dağ yamaçlarında ve kimsenin olmadığı çöllerde akşam üstü ortaya çıkar. Avcılara yaklaşıp onlarla insan gibi konuşur. Bir şeyler ister sonra onlara güreş yapmayı önerir. Avcı kazanırsa “Gulyabani” sessizce çekip gider. Ama eğer o

kazanırsa avcı, uzun zaman hasta yatacak demektir. Ya da çöllük ve harabe bir yerde yalnız başına yatan birinin ayağının altını yalaya yalaya kan çıkacak kadar inceltir. Sonra ölünceye kadar kanını içer.

Hıbılık
Türkiye’nin bazı yörelerinde yaşayan insanlara göre, görünüş olarak Alkarısı şeklinde olan kötücül bir varlık. Ona Gıbılık da denilmiştir. Ancak “Hıbılık”ın ondan farkı vardır. Alkarısı sadece yeni doğum yapmış kadınları rahatsız eder. Oysa Hıbılık kadın-erkek hiç kimseye rahat vermez. Hıbılık genellikle yalnız kadın görünüşündedir ancak erkek görünüşlüsü de vardır. O, yanına gittiği kişinin göğsüne çöker ve nefesi kesilip ölene kadar boğazını sıkar.
İnanışa göre, Hıbılık, onu yakalayan birine bol bol altın verir. Bazı yörelerdeki görüşlere göre, Hıbılık uykudayken insanların üzerine çöken kötü ruhtur. Hıbılık kimi basarsa, o insan yerinden kıpırdayamaz, dili tutulur ve ter basar.

Hınkır Munkur
Halk hikayelerinde yer alan doğaüstü kötücül bir yaratık. Yakaladığı insanları önce boğarak öldüren sonra da yiyen bir canavar olarak tanımlanır. İnsana benzer, fakat göbeğinde bulunan bir torbanın içinde yavrusunu taşır. En korktuğu şey üzerine idrar yapılmasıdır. Böyle tehdit edilirse ortadan kaybolacağına inanılır.



Hırtık

Üst kısmının insan, alt kısmının hayvan şeklinde olduğuna inanılan, bedeni tüylerle kaplı, ayakları ters kötücül cin, yaratık.Akarsularda (Elazığ yöresinde özellikle Fırat Nehri’nde) yaşadığı kabul edilir. Bu yörelerde adına Çay Hırtığı da denilmektedir. Hırtık insan kılığına girip, kılığına girdiği kişinin yakın arkadaşlarına veya akrabalarına gidip, onlarla konuşarak orman ya da akarsu kıyısına götürüp boğmakta, öldürmektedir.
Özellikle karanlıkta ortaya çıkan Hırtıktan korunmanın tek yolu ateş yakmaktır. Konuştukları kişinin Hırtık olduğundan şüphelenen kişiler, vücutlarının çevresinden veya ayaklarının altından ateş geçirirler. Bu davranışı tekrarlayan Hırtık, tüylerinin yanmasıyla kaçıp kendini suların içine bırakır ve gözden kaybolur.
Yine Hırtığım zaman zaman çeşitli kişilerin kılığında, ata binip gezdiğine ve atları yorduğuna inanılmaktadır. Atlarını sabah yorgun ve terli bir şekilde bulan kişiler hayvanlarını Hırtıkın götürüp götürmediğini anlamak için atların semerlerine veya sırtına yapıştırıcı maddeler sürmektedir. Bu sayede Hırtıkın, bu hayvana binince tüylerinin yapışacağına ve tekrar binmeyeceğine inanılmaktadır.
 Arank
Arank - Türk ve Tatar mitolojisinde Su Cini. Arang (Arañ) veya Anank (Anang, Anañ) olarak da söylenir. “Aranklar” şeklinde çoğul olarak anılırlar. Sayıları çok fazladır. Suyun içinde olduğu kadar su dışında da yaşarlar ve her taraf onlarla doludur. Suların akışına hükmederler; sular onların müdahalesiyle hızlı veya yavaş akar. İyicil varlıklardır, nadiren kötü davranırlar. İnsanları korurlar. Bazı kutlu kişiler onları egemenlikleri altına alabilirler. Çölde susuz kalıp ölme noktasına gelen kişilere yardım ederler. “Eren” sözcüğü ile bağlantılı görünmektedir. Türk halk kültüründe çölde susuz yolculuk yapan veya suya ihtiyaç duymadan çölde yaşayan evliya kıssaları anlatılır. Suların akışına hükmederler. Yaran adı verilen bir türlerinin bulunduğu da söylenir veya bu kelime bazen eşanlamlı olarak da kullanılır.
Hortlak
Eski Türklere göre eğer insan savaşta değil de yaşlılıkta ölürse onun Gök Tanrı tarafından Uçmak’a alınmayacağına inanılmıştır. Gene inanışlara göre hortlak gece mezardan kalkan, sırtında kefenle ortalıkta dolaşan bir yaşayan ölü’dür. Bunlar kızdıkları kimselere sataşırlar, hızlı koşarlar, ata binebilirler, silah kullanabilirler, insana kızabilirler, istediklerini döverler, sevdiklerini kaçırırlar, ev basarlar, yol keserler. İnanışa göre hortlağın saldırısından korunmak için mezarlık yakınlarından geçerken dua okumak gerekir. Söylentiler hortlakların genelde çirkin ve ürkütücü olduğunu, sırtında kefen ya da tabut taşıdığını söyler. Anadolu halk inançlarına göre bir kimsenin hortlaması uğursuz bir olaydır. Hortlayan kişinin ahiretten kovulduğuna inanılır. Hortlaklar dişi de olur, erkek de. Kimi hortlaklar “hayvan” kılığında gezer, çoklukla ıssız kalmış evlerde, tekin olmayan yerlerde, mezarlıklarda bulunurlar.
 Hortdan, Azerbaycan halk inancında mezardan çıkan ölü, vampir demektir. Ölüp tekrar dirilen varlıktır. Ölen bir kişinin, mezarından çıkıp dolaşmasına "hortlama/hırtlama", bunu yapana ise "hortdan" denir. İnanışa göre yaşarken kötülük edenlerin ölünce hortlayacağına inanılır. Daha gömüldüğü gece mezarından kalkar. Azeri halk kültüründe ve halk inancında kendine özgü bir vampir türüdür. Bazı yönleri bütünüyle türk kültürüne özgü olsa da Batı toplumlarının inanışlarına çok benzeyen bazı özellikleri de mevcuttur. İnsanların kanını emer, içlerinde büyür. Ölüm saçan kambur bir yaşlı kadın (veya bazen yaşlı bir erkek) şeklinde düşünülür
İççi
Eski inanışlara göre, her bir dağın, akarsuyun ve ormanın kendi koruyucusu vardır. Aslında sahipler (iyeler) sistemiyle bir çizgide birleşen bu ruhlar iyiliksever olup insanlara yardım ederler. Karşılığında da onlara karşı saygılı davranılmasını isterler. saygısızlık gördükleri zaman da o insana zarar verebilirler. Bu ruhların genel adı “iççi”dir.
Eski Türk destanlarında sözü edilen, Türklerin sürekli savaşa tutuştukları, o zamanki Türklerin kuzeybatısında yaşayan “köpek başlı insana benzer yaratıklar”. Efsanelere ilk defa “Çok tüylü köpek” manasında geçmiştir. Oğuz Kağan destanlarına göre, “İtbarak’ların yurdu, kuzey-batıya doğru uzanan, karanlık ülkeleri içindeydi. Oğuz Han, ‘İtbarak’lara karşı bir akın yapmış; fakat yenik ayrılıp, dağlar arasındaki bir nehrin ortasında bulunan, küçük bir adacığa sığınmak zorunda kalmıştı.
Türk mitolojisinde, Karakoncolos, ‘kara renkte ve çirkin olarak tasarımlanan bir umacı, bir kötülük cinidir. Özellikle Kuzeydoğu Anadolu Türk kültüründe yer etmiş ve Bulgar folklorunde de rastlanan bir yaratıktır. Bir tür öcüyü andıran karakoncolos pek dehşetengiz sayılmaz ve zararsız olduğuna inanılır. Bununla birlikte zaman zaman gerçek anlamda şeytani bir şekilde betimlendiği de olmuştur.




Kamos
Kamos, Harput yörelerinde görülen bir kötücül yaratıktır. Yalnız başına uyuyan insanların üzerine bütün ağırlığı ile çöker, onların çarpılmalarına bazen de ölmelerine sebep olabilirmiş. Geceleri dolaşan bu yaratık anlatımlara göre bazen iriyarı, bazen de cüce görünüşlüdür. Başında daima bir börk taşır. Bir insan bu börkü kapmayı başarırsa elinde börk büyüklüğünde altın kalacağına inanılır. Zaman zaman kara kedi şeklinde de görülebilen Kamosun bastığı kişi, kanının çekilip damarlarının kuruduğunu sanır.Kamos sözcüğünün kabus kelimesinin anlamı ile benzeşmesi dikkat çekicidir.
Türk ve Anadolu halk inancında kabus cinidir. Geceleri gelip, rüyalarda insanları korkutan ve ruhlarını alan kötücül yaratıktır. İnsanlara korkuyu ve kabusları o gönderir. Biçimsiz bir varlıktır. İnsanları uykuda yakalayarak götürür. Üzerine çöktüğü insan nefes alamaz. Kedi gibi sessizce gezer. Keçiye benzediği söylenir. Gün ışığından korkar. Güneş doğunca kımıldayamaz. Bazı görüşlere göre eski Ortadoğu (MoabAsur) mitolojileriyle de bağlantılıdır ve bu kültürlerde insanları boğarak öldürdüğüne inanılı
Kamos, "kam" kökünden türemiştir. Göz alıcı, büyüleyici varlık demektir. Arapça Kabus sözcüğüyle de bağlantılı gibi görünmektedir. Kamaz ise rüzgâr demektir. Kapmak fiili ile de bağlantılıdır.
Kara Kırnak
İnanışlara göre “Kara kırnak”; kadına benzeyen, bedeni baştan başa kıllarla örtülü bir varlıktır. Suda olan bir insanın üstüne gelip, zarar verebilir. Onun için en eski zamanlarda çocuklarının suda oynamasından ve boğulacaklarından korkan anneler, onları “Kara kırnak” ile korkuturlardı. Ondan söz edilirken, adına bazen “Su sahibi”, bazen de cin denilir.


Kara Korşak
Türkmen kültüründe eşek, köpek, domuz, keçi kılığına girdiğine inandıkları kötücül ruh ya da cindir. Gece kapıları çalıp, ev sahibinin tanıdığı bir ses ve kılıkla onu kandırarak çağırıp kaçırırmış. Bu cinden korunmak için pantolonun düğmelerini açmak gerektiğine inanılır.
Karakura
Karakura, acıklı, kötücül bir ruhun adı. Bazı inanışlara göre yeni doğum yapmış lohusa kadınları korkutan ve ciğerlerini alıp götürdüğüne inanılan ruh, hayali yaratık. İnsanlara korkulu kabusları ve karabasanları gönderen odur. Adıyla çocuklar korkutulur.
Bir başka görüşe göre biçimsiz (şekilsiz) düşünülen bir varlık. Eski çağlarda insanları uykuda yakalayıp korkuturmuş. Sonra nefes almalarını engelleyerek ses çıkarmalarını önler, ciğerlerini alıp götürürmüş. Bu varlıklar kedi gibi hafiften ve sakin sakin gezen canlı biçiminde betimleniyordu.
Erzurum ve Erzincan yöresindeki inanışlara göre bu tabiat üstü güç, albastı gibi lohusalara musallat olan, onları korkutarak, ciğerlerini söküp götüren bir varlıktır. Konya civarında anlatıldığına göre, bu ruh, keçiye benzeyen fakat kedi büyüklüğünde olan, insanların üstüne çökerek onları boğmaya çalışan bir yaratık şeklinde düşünülür. Gün ışığından korkar, güneş doğunca kımıldayamaz, ancak o zaman yakalanabilir. Ona yemin ettirdikten sonra köle gibi kullanmak mümkün olurmuş. Karakura yatağında ekmek kırıntısı olan insanları da çok severmiş. Böyle yataklarda uyuyanlar karakura tarafından bastırılır, kabus görür sıkıntı çekerlermiş.Ayrıca bu yaratık Sivas yöresinde "Elkişave" olarak da adlandırılır. Sivas'ta da bu hikâye aynen bu şekilde anlatılır.
Kayberen
Kırgızların iyiliksever ruhlar arasına dahil ettikleri ve “kayıp eren” adıyla andıkları ruhlardır, dağlarda yaşarlar ve geviş getiren hayvanları korur. Kırgızların inancına göre bu ruhlar, hayvanların artıp çoğalmasını sağlar. Ancak kızdıkları zaman da hayvanları telef edebilir. Bunun için de ava çıkmadan önce, uğurlu geçmesi için “Kayberen”den yardım istenir.
Efsanesi; Bir karı kocanın hiç çocukları yoktu. Ömürleri boyunca çocuk sahibi olmak için Tanrı’ya yalvardılar. Tanrı onlara, yaşlanıp güçten düştüklerinde, kırk çocuk verir. Yaşlı çift, bu çocuklara bakamaz ve onları götürüp dağa bırakırlar. Kayberenler gelip onları yedirir, içirir ve büyütür. Bu kırk çocuk büyüdükten sonra, insanların gözüne görünmeyen koruyuculara dönüşürler.

Kayış Baldır
Çocukları korkutmak için uydurulmuş kötücül varlık. Kayış Bacak ta denilen, ayakları kayıştan gulyabanidir. O, kendi ayakları üzerinde durup yürüyemez. Bunun için de yoldan giden insanları aldatıp, onun boynuna biner. Sonra kayış ayaklarını onun beline dolayıp, yolu bitinceye kadar onu bırakmaz.
Elsiz ve ayaksız bir ihtiyar görünümünde olan bu varlık, ırmak kenarında oturup, gariban bir görünüş sergileyerek, oradan geçenlerden, onu omuzuna alarak ırmağın diğer kıyısına geçirmelerini rica eder. Kim onu omuzuna alırsa, ‘Kayış Baldır’ın karnından bir anda yılana benzer üç arşın uzunluğunda iki ayak çıkıp, yolcunun bedenine sarılır. Elleriyle de sıkı sıkıya sarılıp, “Ne dersem, onu yapacaksın” diyerek, o insanı kölesi yapar.
Söylentilere göre ‘Kayış Baldır’ uzadıkça uzanan, başı bulutlara değen korkunç bir canlıdır. O, akşam ezanından sonra ortaya çıkar. Bir yoruma göre, böyle bir hikâye anlatılarak, çocukların akşam karanlığında evden çıkmalarının ve yaramazlık yapmalarının önüne geçilmek isteniyormuş.

Kuzu Kuzu Kuşu
Balıkesir’in Bigadiç ilçesinde ormanda yaşadığına inanılan bir kuştur.Bu kuşu Bigadiç’in köylerindeki herkes bilir.Kuşun hikayesi şöyledir: bir gün bir adam çobanın birini, kuzularına bakması için tutar.Çoban bu kuzulara bakarken bir gün dalgınlığına gelir ve kuzuları kaybeder.Kuzuları veren adamdan korkan çoban o gün Allah’a Allah’ım beni kuş yapta buradan uçup gideyim der.Gerçektende kuş olup uçar.Ve hala o yıllardan bu yıla hala bu kuş çoban Kuzu Kuzu diye seslenerek kuzularını aramaktadır.Bigadiç’in ormanlarında sesi duyulabilir.

Merküt
Altay efsanelerinde, gök yolculuğuna çıkan kam(şaman)’ın ruhuna, ilk üç gök katı boyunca kılavuzluk eden dev dişi gök kuşudur.
Anadolu ‘da geleneksel Türk kültürünün taşıyıcılarından olan Yörük boyları arasında, yaramazlık yapan çocukları korkutmak için uydurulan düşsel bir varlık olarak ta görünür. Aslında bu düşsel denilen varlığın kökü, ulu dil birliği çağına kadar gider. Bu mitolojik varlık hakkında Yörükler arasında şöyle denilir: “Merküt Merküt … Bacadan kolunu salla…” Yaşlıların derin inanışlarına göre, Merküt bir kuştur. O sadece adı anılanları korkutur.

Meran
Daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarında, hikayelerinde rastlanan, bellerinden aşağısı yılan üstü ise insan şeklinde tanımlanan, insanların derdine deva olabilen doğaüstü yaratıklar. Yeraltında -akıllı ve iyicil bir dünyada yaşayan Meranların başında Şahmeran adlı bir ece vardır. Şahmeran’ın -insanlarca- öldürüldüğünü henüz bilmeyen, bu nedenle ‘Şahmeran geleneği’ olarak sürdürdükleri derde deva olma işine devam eden Meranların Şahmeran’ın ölümünü duydukları an Meran Ülkesinden çıkıp insanların yaşadıkları şehirleri basacakları ve yerle bir edecekleri söylenir.

Şahmeran
Daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarında, hikayelerinde rastlanan akıllı ve iyicil olarak tanımlanan bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan, Meran adı verilen doğaüstü yaratıkların başındaki hiç yaşlanmayan, ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlık. Farsça yılanların şahı anlamına gelen “şah-ı meran” dan gelir. Ancak, Şahmeran’a ilişkin tüm efsanevi kayıtlar ve Şahmeran efsanelerine özgü tüm betimlemelerde varlık dişidir.

Şeşe
Azerbaycan Türklerinin inanışına göre, bilinmezler aleminden gelen bir kuştur. Kötücül yapıya sahip olup, yalnızca geceleri uçan bu kuş, daha çok erkek çocuklara zarar verir. Yalnız kalan çocuğu vurup öldürür. Bu nedenle de erkek çocuğun altı aya kadar gözetim altında tutulması gerektiği söylenir. Bu kuşun girdiği evdeki çocuk ölür. Kırkı çıkmamış bebeğin kararıp ölmesi için sadece bir kez üzerinden geçmesi yeterlidir.
Şeşe, vurduğu çocuğu boğazından vurur. Gelip çocuğa zarar vermesin diye çocuğun yanında O’nun adını söylemezler ve çocuğun beleğine iğne saplarlar. İnanışa göre, “Şeşe”yi yakalayan biri, anında öldürmelidir. O’nu öldüren Şeşe Anası olur ve Şeşe’nin vurduğu herhangi bir çocuğun boğazına elini sürerse çocuk kurtulur.

Tepegöz
Bir Dede Korkut (Korkut Ata) masalında; kılıcın kesmediği, okun işlemediği bir bedene sahip, yalnızca gözünden zarar verilebilen, çobandan olma, peri kızından doğma canavar. Basat adlı kahraman tarafından öldürülür.

Yelbegen
Altay mitolojisinde Ay’ı yiyerek onun küçülmesine (Ay tutulması) yol açan göksel canavar; Yilbüke, olarak ta tanımlayabileceğimiz Yelbegen’in neden olduğu ay tutulmasından sonra Altay Türkleri “Yine Yelbegen ayı yedi” derlermiş.
Post A Comment
  • Blogger Comment using Blogger
  • Facebook Comment using Facebook
  • Disqus Comment using Disqus

Hiç yorum yok :


Dinler Tarihi

[Dinler Tarihi][bsummary]

Antik Tarih

[Antik Tarih][list]

Video

[Video][threecolumns]

Dünya Tarihi

[Dünya Tarihi][grids]