Gılgamış Destanı - 2
Enkidu'nun Bulunusu
Bir gün ormanda avlanan bir avci gördügüne inanamadi. "Yanlis mi görüyorum" diye gözlerini ovusturuyordu. Hayir yanlis degildi. Etrafinda çesitli hayvanlarla iki ayak üzerinde yürüyen, vücudu killarla kapli bir yaratikti gördügü. Ne olabilirdi o? Maymunlar da iki ayak üzerinde yürüyebiliyorlardi, ama onlarin kuyruklari vardi. Bu bir maymun olamazdi.
Yaratigin yanindaki aslanlar bile onunla tam bir arkadas gibiydiler. Avci, siril siril akan pinarin yakinina hayvanlari yakalamak için tuzaklar kurmustu. "Nasil olsa su içmek için hayvanlar gelir buraya, onlari böylece yakalarim" demisti. Fakat ne oluyor! Yaratik kurdugu tuzaklari söküp söküp atmiyor mu? Avcinin agzi açik kaldi.
Saskinliktan ne yapacagim bilemedi. Hos, ne yapabilirdi ki, o kadar hayvan ve bu güçlü yaratiga! Kendini göstermemeye çalisarak izliyordu durumu. Tuzaklar söküldükten sonra hep birden pinara yaklasip su içmeye basladilar. Yaratik da ayni onlar gibi su içiyor ve onlar gibi ot yiyordu. Avci korkudan tir tir titriyor, yerinden kimildayamiyor, onlari gözlemekten de kendini alamiyordu. Sonunda karar verdi, bu yaratik bir insandi. Evet o bir insandi. Fakat, ne kadar güçlü görünüyordu. Onunla karsilasacak diye büyük bir korkuya kapildi avci. Sessizce oldugu yerde onlarin ayrilmasini bekledi. Hepsi suya kandiktan sonra, geriye dönüp geldikleri yöne dogru gitmeye basladilar. O da kendini onlara göstermemeye çalisip, kosmaya basladi. Oturduklari yere geldiginde nefes nefeseydi. Onu karsilayan babasi, oglunun avdan eli bos, fakat büyük bir korku ve saskinlik içinde döndügünü görünce, oglunun umulmadik bir tehlikeyle karsilastigini tahmin etti. Hemen, "Ne oldu sana? Seni bu kadar korkutan, saskina döndüren neydi?" diye sorulan birbiri ardinca siraladi.
Avci. "Baba dur hele kendime geleyim, sana hepsini anlatacagim" dedi. Biraz dinlendikten sonra, büyük bir merakla ona bakan babasini daha çok bekletmemek için gördüklerini anlatmaya basladi: "Avlanmak için tuzaklarini kurmus, onlara yakalanacak hayvanlari gözlüyordum. Birdenbire av tuzaklarini kurdugum yere dogru, sürü halinde birçok hayvanin geldigini gördüm. Ortalarinda iki ayak üzerinde yürüyen, saçi sakali birbirine karismis,vücudu killarla kapli bir yaratik da vardi. Ilk isi, kurdugum tuzaklari bozmak oldu. Sonra pinardan su içmeye basladilar. O yaratik da suyu hayvanlar gibi içiyor, otlari onlar gibi yiyordu. Yanindaki hayvanlar ona arkadas gibiydi. Onlari bir agacin arkasina saklanarak izledim. Kanimca o yaratik bir insandi, fakat tam bir yaban insan. Çok korktum ondan. Baba, sen de görsen bana hak verirsin" dedi. Avcinin babasini da büyük bir merak sardi. Hemen gidip onu görmek istiyordu. Fakat, ertesi günü beklemek zorundaydilar. Ertesi gün baba ogul büyük bir heyecanla yola çiktilar. Pinarin yakinina geldiklerinde, avci yine tuzaklarim kurdu ve kendilerini göstermeyecek sekilde agaçlarin arkasina saklanarak beklemeye basladilar.
Avci birden, "Baba geliyorlar!" dedi. Hakikaten uzaktan bir sürü hayvan pinara dogru yürüyordu. Ikisi birden çit çikarmamaya gayret ederek, onla ri izlemeye basladilar. Yaban adam, önce yerlere bakarak avcinin kurdugu tuzaklari buldu ve onlari var gücüyle bozdu.
Sonra hep birden pinara gelip suyu içtiler ve büyük bir nese içinde geldikleri yere dogru gittiler.
Avcinin babasi, "Oglum hakliymissin sasirmakta ve korkmakta. Bu yaratik simdiye kadar esine rastlamadigim bir insan" dedi. Birden adam, "Oglum bak benim aklima ne geldi. Biliyorsun bizim kralimiz Gilgames'in kendisi gibi güçlü bir arkadasi yok. Can sikintisindan ne yapacagini bilmiyor. Davul ile gece gündüz kendisine göre egleniyor, fakat halk bundan çok rahatsiz. Bu adam ona bir arkadas olabilir" dedi.
Avci. "Baba. nasil olur. bu yaban adami hayvanlarla arkadas olmus. Insanla hiç arkadas olabilir mi?"
"Oglum, hayvanlarla arkadas olabilen, neden insanla olmasin. Yalniz onu egitmek, insan gibi yedirip içirip insanlastirmak gerek."
"Babacigim, bunu kim yapabilecek, biz insanlastirabilir mi yiz onu?"
"Hayir oglum, onu ancak bir kadin egilebilir. Biliyorsun, çocuklari dogduklari andan itibaren anneleri egitir. Konusmayi, yemeyi, içmeyi, sevmeyi, gülmeyi hep annelerimiz bize ögretti. Onun için bu adami da ancak bir kadin egitebilir." "Baba nereden bulacagiz böyle bir kadim?" "Oglum, hiçbir sey bilmiyormus gibi konusuyorsun. Hiç Tanriçamiz Inanna'nin tapinagina gitmedin mi sanki! Orada bunu yapabilecek birçok rahibe var. Özellikle erkekleri cinsel yönden egiten rahibeler bunu mükemmel yapar. Onun için Uruk'a git. Eanna Tapinagi'nin
basrahibesini bul, durumu ona anlat. O sana egitici bir rahibe verecektir. Simdi hemen yola çik ve gecikmeden böyle birini bulup getir" dedi.
Avci hemen yola koyuldu. Babasinin dedigi gibi tapinaga gidip basrahibeyi bularak, niçin geldigini, ne istedigini bir bir anlatti. Basrahibe biraz düsündükten sonra, "Buldum, bu isi en iyi yapabilecek Samhat'i verecegim sana. O hem güzel, hem akilli, hem de çok güzel lir çalar ve sarki söyler" dedi.
Samhat'a haber verildi. Ona durum anlatildi. O hiç "yapamam" demeden isi kabul etti. Avci onun hazirlanip gelmesini beklerken, duvarlardaki resimleri, sütunlardaki mozaikleri seyrediyordu.
Ne güzel yapilmisti onlar. Duvarlarin alt kisimlari genis serit halinde beyaza boyanmis; onun üst kismina kirmizi, sari renklerle hayvan, insan resimleri yapilmisti. Sütunlarda çesitli mozaiklerin nasil yapildigini daha önce görmüs, bunun nasil akil edildigine sasmisti. Kil, büyük çivi gibi yapiliyor, bas kismi duvardaki resimlerin boyalan gibi sari kirmizi renklerle boyaniyor ve henüz kurumayan sütunun sivasi içine çesitli geometrik sekiller verilerek sokuluyordu. Bunun için binlerce çivi gerekti kuskusuz. Tapinagin duvar-lari, sütunlari hep kerpiçten yapilmisti. Tas yoktu ki bu ülkede. Kerpiçlerin kirli görünüsünü kapamak için ne yöntemler bulmustu Sümer sanatçilari. Tapinagin içi gidip gelen rahip, rahibeler ve Tanrilara kurban getiren, dua eden insanlarla civil civildi. Rahip ve rahibelerin kendilerine özgü giysileri vardi. Günah çikaran rahiplerin kirmizi giysileriyle erkeklere cinsel yasami ögreten rahibelerin basörtüleri çok göze çarpiyordu. Tanrilara sunulacak bira, sarap, süt, yag gibi sivilar küpler içinde siralanmisti bir kenara.
Boydan boya uzanan bir masanin üstüne de et, peynir, ekmek gibi yiyecekler konmustu. Onlar biraz sonra toplaniyor, Tanri heykellerinin önündeki kerpiçten yapilmis sunagin üzerine konuyor, daha sonra da tapina gin mutfagina götürülüyordu. Yakilan tütsülerin kokulari, uzaktan uzaga gelen müzik sesleri avciya zamani unutturmustu. Bas-rahibenin bir genç rahibeyle ona dogru geldigini görünce, hemen ayaga kalkti. Basrahibe, "Samhat, istenileni en iyi yapacak yetenektedir" dedi. Avci Samhat'i görünce, neredeyse dilini yutacakti. Daha evvel gördügü rahibe sanki o degildi. Ne kadar degismisti! Önce elindeki koca lire gözü takildi. Lirin tellerinin takildigi yerlerin ucunda birer boga basi vardi. Arkasindan rahibeye bir anda basindan ayagina kadar bakti. Üzerinde insanin gözünü alan yesil, kirmizi renklerin karisimiyla olusmus, omzunun biri açik bir giysi vardi. Tül gibi bir kumastan yapilmis bu elbise içinde rahibenin dolgun vücudu oldugu gibi belli oluyordu. Dizlerine kadar çiplak olan ayaklarina sandalet giymisti. Uzun siyah saçlarim omuzlarina salivermis, onlari alnindan bir bagla bagla misti. Kalin siyah kaslari altinda piril piril parlayan gözleri sanki akil saçiyordu. Avci bir an içinde bunlari izlerken, rahibe ona sevecen bir sekilde, "Haydi gidelim" deyince, kendine geldi. Hemen yola koyuldular. Yolda avci olanlari ve kendisini bekleyen görevi yeniden anlatti. Ayni zamanda bin bir tehlike de olabilirdi. Fakat, Samhat kendinden son derece emin olarak, "Merak etme, her sey yolunda gidecek" dedi. Rahibe, ne kadar güzeldi, ne kadar çekiciydi. Tatli bir gülüsü vardi. Güldügü zaman boyanmis gibi olan dudaklari arasindan inci gibi beyaz disleri görünüyordu. Avci hayran olmustu ona. Konusa konusa yaptiklari uzun bir yolculuktan sonra, avcinin babasinin yanina geldiler. Oradan hep beraber pinarin yanina gittiler.
Samhat'i bir agacin altina, pinara gelenler onu görmeyecek sekilde oturttular. Ona en güzel sarkilari çalip söylemesini önerdiler. Hava çok güzeldi. Günes, agaçlarin arasindan ormana isiklarini saçiyor, kuslar civil civil ötüyordu. Samhat da lirini aldi ve Tanriça Inanna için yazilmis, onun ask ve sevgilerini dile getiren bir ilahisini çalip söylemeye basladi. Samhat'in sesi o kadar güzeldi ki, kuslar bile onu dinleyip arkasindan ona civiltilariyla eslik ediyorlardi.
Orman bu seslerle inliyordu sanki. Inanilmaya cak bir senlik baslamisti. Avci birden babasina "Geliyorlar!" dedi. Onlar da baska bir agacin arkasina gizlenmislerdi. Ortada yaban adam, etrafinda küçüklü büyüklü hayvanlar gittikçe pinara yaklasiyorlardi. Tavsandan aslana hepsi dost gibiydiler. Yine yaban adam tuzaklari bulmak için yerleri gözlüyor, buldugunu koparip atiyordu. Ne o! Birdenbire yaban adam oldugu yerde kaldi. Nereden geliyordu bu ses? Dinliyordu. Bütün hayvanlar da onunla birlikte yerlerinde kadinin güzel
sesine karisan lirin melodilerini durup dinlemeye basladilar. Inanilacak gibi degildi durum. Samhat kalin bir agacin arkasinda oturdugundan görünmüyordu. Yaban adam merakli gözlerle etrafini incelemeye ve sesin geldigi yöne dogru yürümeye basladi. Avci ile babasi büyük bir heyecan içinde "ne olacak?" diye bekliyorlardi. Acaba bu yaban adam, kadinin elinden çalgiyi alip parçalayacak ve kadini yere çarpacak miydi? Derken adani agacin arkasindaki kadini gördü ve saskin saskin ona bakmaya basladi. Ilk kez görüyordu böyle bir yaratigi! Sonra yavas yavas kadinin yanina yaklasti ve karsisina oturdu. Hayvanlar da onlarin etrafini sardi. Hepsi bu güzel müzigi zevkle dinliyordu. Olacak sey degildi bu! Onlar ne beklemis, ne olmustu. Samhat hiç onlari görmemis gibi durmadan çaliyor, sarkilar söylüyordu. Yavas yavas etraftaki hayvanlar dagilmaya basladi. Fakat yaban adaminin hiçbir yere ayrilmaya niyeti yoktu. O, o zamana kadar görmedigini görüyor, duymadigini duyuyordu. Kadin da bikmadan, usanmadan, yorulmadan çalgisini çaliyor,sarkisini söylüyordu. O arada yaban adam, yavas yavas kadinin yanina sokulmaya basladi. Samhat onu hiç görmemis gibi davraniyordu. Bir ara, adam iyice kadinin yanina sokuldu. Sonra yavasça kadinin eline elini degdirdi. Samhat, büyük bir sefkat ve sevgiyle bakti onun yüzüne. Göz göze gelince kadin güldü. Adam da gülüverdi. Samhat lirini birakip onun elini avucunun içine aldi. Fakat, adamin koca elleri, onun küçücük elleri içine sigmiyordu; ama onun yumusakligi, sicakligi, o zamana kadar duymadigi bir heyecan verdi adama. Iyice kadinin dizinin dibine yanasti ve çalgisini tekrar çalmasini isaret etti. Müzik ve kadin, hiç umulmayacak sekilde etkilemisti yaban adamini. Kadin çalip söyledikçe, o daha çok sokuluyordu ona. Bir ara basini kadinin omzuna koydu. O kadar mutlu görünüyordu ki! Bunu gören avci ve babasi çok sasirdilar. Onlarin birbirlerine bu kadar çabuk yaklasacaklarini as-la düsünmemislerdi. Adam ne kadar yaban olursa olsun, onun bir insan tarafi vardi. Artik endise edecek bir neden kalmamisti. Onun tamamiyla insanlastirilmasi, artik Samhat'in elindeydi. Ona da kuskulan yoktu. Onlari bas basa birakarak oradan ayrildilar.
Samhat lirini yanina koydu ve bu yaban adamina sevgiyle sarildi. Adam da ona sarildi. Bir süre böyle kaldilar. Artik birbirlerine çok isinmislardi. Yaban adami hayvanlarini unutmus, Samhat'in dizinin dibinden ayrilmiyor, o ne derse onu yapiyordu. Samhat ona "kirlarin adami" anlamina gelen Enkidu adini verdi ve ona önce adini söylemeyi ögretti. Bundan sonra onun gereginden fazla uzamis saçini, sakal ve biyiklarim kesti, killa rini temizledi ve pinarda onu bir güzel yikadi. Getirdigi giysileri giydirdi. O yakisikli, güçlü bir sehir erkegi gibi olmustu. Samhat ona. o Samhat'a bakmaya doyamiyordu. Samhat, Enkidu'ya
önce insan gibi yemek yemeyi, su içmeyi, sevmeyi, sevismeyi ögretmekle egitime basladi. Bu arada konusmayi da ögretiyordu. Enkidu, Samhat ne derse, hiç karsi çikmadan yapiyordu. Yavas yavas konusmayi ögrenmeye basladi. Günler geçiyor, Enkidu büyük bir dikkatle ögretileni ögreniyordu. Çok akilliydi. Bir duydugunu, bir daha hiç unutmuyordu. Samhat, onun bu durumuna çok sasiyordu. Bir insanin bu kadar çabuk ögrenip, ögrendiklerini hiç unutmamasi pek olagan görünmüyordu ona. Fakat, mademki öyle, o da ona her bilgiyi ögretmek için elinden geleni yapiyordu. Enkidu kisa sürede konusmayi, sevmeyi, sevismeyi ögrendi. Yasamin kaynagi ekmek, nesenin kaynagi içki diyerek bira, sarap bile içirdi ona Samhat. Artik, Enkidu tam bir sehirli gibiydi. Fakat, sevgili arkadaslari hayvanlar onun bu durumundan sikilmis, yanina yaklasmaz olmuslardi. Bütün günleri Samhat ile geçiyordu. Çok mutluydu.
Bir gün Samhat ona, "Enkidu artik bir sehirli gibi oldun. Güzel konusabiliyorsun. Bak, hayvan arkadaslarin senden uzaklasti. Benden baska arkadasin yok. Gel seni güzel Uruk sehrimize götüreyim. Uruk güzellikler ve mutluluklar sehridir. Oranin meydanlarinda çesitli çalgilar esliginde durmadan sarkilar söylenir, danslar edilir. Insanlarin neseyle attiklari kahkahalar sokaklarda yankilar yapar. Durmadan festivaller göreceksin orada. Gözleri alan giyimleri ve çekicilikleriyle genç kadinlar etrafini alacak, gece yataklarina çagiracaklar seni. Orada kendin gibi insanlari görecek, onlarla arkadaslik edeceksin. Özellikle seni kralimiz Gilgames ile tanistirmak istiyorum. O çok güçlü ve yakisikli bir adam. Onun gücüne simdiye kadar kimse karsi çikamadi" dedi. Enkidu bunu duyar duymaz, "Ben ona karsi çikarim. Kuskusuz ben ondan çok daha güçlüyüm. Hemen gidip onunla karsilasmak istiyorum" diye atildi. Samhat da bunu bekliyordu. Ikisi birden yola koyuldular.
Bu arada Uruk'ta bulunan Gilgames bir rüya gördü. Hemen annesine yorumlamasi için kostu ve "Annecigim bu gece garip bir rüya gördüm, bakalim sen nasil yorumlayacaksin" dedi: Gilgames, rüyasini annesine anlatmaya basladi: "Rüyamda gökte yildizlar parliyordu. Birdenbire yildiz gibi bir tas düstü önüme. Onu kaldirmak istedim, o kadar agirdi ki, yerinden kimildatamadim. Halk onun etrafina toplaniverdi. Herkes onu öpüyordu. Ben de onun üstüne bindim. Üstünden inip onu yine kaldirmaya çalisirken, etrafima toplananlar hemen bana yardim ettiler. Hep beraber kaldirip onu sana getirdik, fakat sen onu benimle bir tuttun."
Annesi, "Oglum gökten bir yildiz gibi önüne düsüp yerinden kimildatamadigin, herkesin öptügü, senin de üzerine bindigin ve halkla birlikte bana getirdigin ve ben onu seninle bir tuttugum tas, sana senin kadar güçlü ve ayarinda bir arkadas gelecegini; onu seninle bir tutmam da onu senin kadar sevecegimi gösterir" dedi. Arkasindan Gilgames bir rüya daha gördü. Yine annesine gidip, "Annecigim, bu gece rüyamda Uruk'un pazar yeri meydaninda son derece büyük bir balta duruyor, etrafina toplanmis insanlar da ona bakiyordu. O benim çok hosuma gitti. Üzerine bindim. Sen de onu benden ayirmadin. Ne anlama geliyor acaba bu rüya?" dedi.
Annesi, "Oglum, bu rüyana göre de sana yakinda iyi bir arkadas gelecek. Onunla tanisacak, onu çok seveceksin. O da seni sevecek, kardes gibi olacaksiniz" dedi.
Gilgames, annesinin yorumuna sasti. Kim gelebilir, kim onunla arkadas olabilirdi!
Muazzez İlmiye Çığ
Muazzez İlmiye Çığ
Post A Comment
Hiç yorum yok :