Gılgamış Destanı - 1
TARIHTE ILK KRAL KAHRAMAN GILGAMES
Gilgames, sarayın Fırat Nehri'ne bakan bölümünde oturmuş, nehrin sakin sakin akan sularini, sularin üzerinde salına salına gidip gelen tekneleri, yelkenlileri izliyor, bir taraftan düsünüyordu. Omuzlarina kadar inmis siyah saçlari, kir düsmeye baslamis sakali ve bıyığının süsledigi yüzü. deri elbisesinden açik kalan kol ve bacaklarinin adaleleri, uzun boyu, iri gövdesi ile bir taraftan çok yakisikli, bir taraftan çok güçlü görünüyordu. Halki onu kendilerinden çok üstün ve farkli bulduklarindan, onda bir Tanrisallik var diye düsünmüs ve vücudunun üçte ikisinin Tanri, üç te birinin insan olduguna inanmislardi. Bu yüzden annesi-nin Tanriça Ninsun, babasinin da, kendisinden bir önceki Kral Lu-galbanda oldugunu söylüyorlardi.
Gilgames, Uruk sehrinin kraliydi. Onun kral olusu hakkinda da garip bir öykü vardi. Sözde babasi kendinden iki önceki Uruk Krali olan Emmerkar imis. Bir gün Kral'a bir falci, kizinin bir oglu olacagini, büyüdügünde krali, yani dedesini öldürerek kralligi elinden alacagini söylemis. Bunun üzerine Kral, kimseyle beraber olmamasi için, kizini bir kuleye kapatmis.
Disari çikmasini önlemek için de, yanina bir bekçi koymus. Bu kadar önlemeye ragmen, kiz yine hamile kalmis. Dokuz ay sonra kizin bir oglu olmus. Bekçi çocugu görünce, Kral kendisini öldürecek korkusuyla çocugu kuleden asagi atmis. O sirada kulenin altindan bir kartal uçuyormus. Çocugun düstügünü gören kartal, hemen onu sirtina almis ve bir hurma bahçesinin kenarina büyük bir dikkatle birakmis; onu birakirken bahçivan görmüs. Ne oldugunu anlamak için yanina yaklasinca güzel bir bebekle karsilasmis. Hemen onu alip evine götürmüs. Karisi ile birlikte "her seyi gören ve bilen" olsun diye ona ayni anlama gelen "Gilgames" adini vermisler. Çocuk büyüyüp delikanlilik çagina gelince, bahçivanin yanindan ayrilmis. Dere tepe düz demeden, sehir sehir dolasmaya baslamis. O arada yazi yazmayi, okumayi ögrenmis. Adina uygun olarak birçok bilgi edinmis. Akil soranlara akil vermis, yol soranlara yol göstermis. Böyle dolasirken, bir gün yolu onu Uruk'a getirmis. Uruk, büyük bir sehir. Sokaklarda hayran hayran dolasirken, onu görenler bir yabanci oldugunu anlayarak, "nereye gidecek?" diye arkasina takilmis. Nihayet sehrin büyük Pazar Meydani'na gelmisler.
Derken, etrafina halk toplanmaya baslamis. Gilgames, bir heykel gibi durarak gelenlere, gelenler de ona bakiyormus. Sehrin yaslilari aralarinda, "Kralimiz öldü. Bir oglu yok. Bu delikanli hem iri vücudu, hem yakisikliligi ile tam bize kral olacak gibi. Gelin bunu kralimiz yapalim" diye konusmaya baslamislar. Herkes birbirine bu lafi aktarmis. Her duyan bunu onaylamis. Bunun üzerine, yaslilar gidip ona kendisini kral yapmak istediklerini söylemisler.
Gilgames, hiç düsünemedigi böyle bir istegi geri çevirir mi? Hemen kabul etmis. Bunun üzerine onu saraya götürüp, giydirip, kusatmislar ve krallik tahtina oturtmuslar.
Iste o böylece Uruk Krali oluvermis. Uruk, Sümer ülkesinin Tufan'dan sonra ilk var olan sehirlerinden biriydi. O zamandan Gilgames'e kadar dört kral yönetmis Uruk'u.
Uruk'un bir de bastanrisi ve koruyucu Tanrisi vardi: Gök Tanrisi An. Sümer'de her sehrin bir bastanrisi bulunuyordu. Fakat, Uruk'un bir ayricaligi vardi. O da, Sümer ülkesine bereket ve
bollugu, sevmeyi sevismeyi, barisi ve savasi getiren, güzeller güzeli Tanriça Inanna ve kocasi Çoban Tanrisi Dumuzi'nin burada oturuyor olmasiydi. Çoban Tanrisi'nin orada bulunmasi nedeniyle Sümer'in en büyük hayvan yetistirme ve toplama merkeziydi Uruk. O yüzden Uruk'a "agillar sehri" de denirdi. Buranin halki da çok çaliskandi. Zaten atalarinin en büyük özelligi de çaliskanliklari degil miydi?
Onlar bu topraklara gelir gelmez, gürül gürül akan Firat ve Dicle nehirlerinin tasan sularini kanallara alarak, kuru topragi sulamislar, batakliklari kurutmuslar, baglar, bahçeler yaparak
her türlü ürünü yetistirmeyi bilmislerdi. Bugünkü Ufuklular da onlarin torunlari degil miydi?
Atalarindan ögrendiklerine yeni buluslar katarak uygarliklarini gelistirmekteydiler. Depolarinda ürünleri, agillarinda hayvanlari hep dolu bulunuyordu. Dokuma tezgâhlarinda, hayvanlarin yünlerinden, bitkilerden elde ettikleriyle en güzel kumaslar dokunuyordu. Bu kumaslardan ve deri atölyelerinde terbiye edilmis derilerden yapilan elbiselerin ünü bütün komsu milletlere yayilmisti.
Bu ülkeler, üretilen bu mallardan alabilmek için adeta yarisiyor-lardi. Uruklu tüccarlar, arabalar, tekneler, esek kervanlariyla ürettikleri mallari oralara götürüyor; bunlara karsilik kendi ülkelerinde bulunmayan tas, agaç, altin, gümüs, degerli mallar ve
taslari aliyorlardi.
Zengindi Uruk, çok zengin, Gilgames de çok mutluydu. Bu sehrin bilginleriydi ilk yaziyi baslatan; okullar açtirip okuma yazma öğret-tiren, bilgileri kil üzerine yazdirip ölümsüzlestiren, ilk araba teker-legi burada meydana getirilmis, ilk saban burada yapilmis, sabana ilk öküz burada kosulmustu.
Fakat, dost uyur, düsman uyumaz derler ya! Bu zenginligi, bu görkemliligi kiskaniyordu etraflarinda bulunan ilkel halklar.
Bunlar öyle ilkeldiler ki, ev yapmasini, ölülerini gömmesini bile bilmiyorlar, etleri çig çig yiyorlardi. Böyle bilgisiz, böyle görgüsüz olan bu insanlar, zaman zaman sürüler halinde Uruk'a saldirip, yakip yikiyor, kan döküyor, ellerine geçeni çalip, kaçiyorlardi.
Gilgames, kral olur olmaz, bu düsmanlarindan sehri koruma altina almayi düsünmüs ve sehrin etrafina kalin duvarlar yaptirmayi planlamisti.
Iste simdi yaptirdigi duvar bütün görkemiyle karsisindaydi. Sehrin çepeçevre etrafini kusatmisti. Sehre girip çikmak için duvarin çesitli yerlerine bakirla kapli agaçtan yapilmis kalin kapilar kon-muştu. Artik kolay kolay hiçbir düsman giremeyecekti bu sehre. Hatta yabanci olarak sehre girmek isleyenler, kimlikleri belirle-ninceye kadar günlerce, bazen aylarca bekletiliyordu kapilarda.
Bu duvarin yapilmasi hiç de kolay olmamisti. Bütün sehrin erkekleri gece gündüz demeden çalismislar, evlerine gidememisler, çocuklar babalarini, kadinlar kocalarini görememekten dolayi üzülmüs, aglayip sizlamislardi; ama ne olursa olsun duvar bir an önce bitmeliydi.
Gilgames, kimsenin gözünün yasina bakmamis, yorgunluk dinlememis, insanlari oturmadan çalistirmisti.
Fena mi etmisti? Sonunda üzerinde arabayla bile gidilecek kadar genis olan bu duvar, kuleleri kapilari ile ortaya çikmisti. Artik herkes düsman saldiracak korkusunu yasamadan yataginda rahatça uyuyabilecekti. Duvarin saraydan görünümü de oldukça görkemliydi! Gilgames, büyük bir gururla kendi kendine "Duvarin disi bakirla kaplanmis gibi piril piril parliyor.
Duvarin üzerine çikip gezenler, onun pismis tugladan yapildigini anlayip sasacaklar" diyordu.
Kolay miydi o kadar pismis tuglayi yapmak! Kerpici pisirmek için yiginlarla kamis, baska ülkelerden satin alinan yiginlarla odun kullanilmisti.
"Duvari görenler, onun bugün yapildigina inanmayacaklar. Temelinin yedi bilge* tarafindan konuldugunu düsüneceklerdir.
Sümerlilerin inanisina göre. Tufan'dan önce yedi bilge kisi denizden çikip, sehirlere dagilmis ve oralarda uygarligi ögretmisler insanlara. Tutan kahramani, onlari gemisine alarak kurtarmis ve tekrar sehirlere uygarlik ögretmisler.
Halbuki, onu ben yaptim. Ben Kral Gilgames. Iyi ki, onun teme line, bu duvari benim yaptigimi bildiren bir yaziyi degerli mavi tas üzerine yazdirip bronz bir kilitle kilitli bakir kutu içine koydurdum. Herkes bilsin bunu benim yaptirdigimi. Hiçbir kral böyle bir duvar yaptiramaz! Yaptirdigim yalniz o mu? Sevgili Tanriçamiz İnanna 'nin Eanna Tapinagini da ben yaptirmadim mi? O da buradan ne kadar görkemli görünüyor" diyordu.
Sehir duvarinin disindaki yesil tarlalar, bahçeler göz alabildigine uzaniyor, sehrin içini de tapinaklarin bahçeleri ve parklar süslüyordu.
Bu kadar güzellikler arasinda Gilgames bir türlü yaptiklariyla yetinmek istemiyordu. O halki için daha yararli isler yapabilsin diye, kafasini durmadan yoruyordu.
"Nasil olsa herkes gibi ben de ölecegim. Sonum gelmeden halkimin bu yapilardaki çalismalarina karsi, onlari mutlu edecek, sevindirecek, ayni zamanda benim adimi da unutturmaya cak bir is yapmaliyim" diye düsünüp duruyordu.
O gün Gilgames'in birdenbire aklina ne yapacagi geliverdi. Evet daha önce bunu neden akil edememisti. Sevgili arkadasi Enkidu'yu çagirmak üzere yerinden firlar firlamaz onunla burun buruna geliverdi. Enkidu, Gilgames'in yanina girmek için salonun kapisina geldiginde, Gilgames'in kendinden geçmisçesine düsüncelere dalmis oldugunu görmüs, onu bu düsüncelerden ayirmamak için kapida onu gözlüyordu. Gilgames'in yerinden kalkmasiyla o da
içeriye dalmisti.
Gilgames, "Sevgili arkadasim, ne yapacagimi buldum, ne zamandir beni düsündüren sorunun yanitim simdi, evet simdi buldum" deyince, Enkidu büyük bir saskinlik içinde, "Ne imis o, çabuk açikla bana!" diye merakla sordu:
Gilgames, "Biliyorsun, insanlar durmadan ölüyor. Bizim ne zaman ölecegimizi Tanrilarimiz tuglamiza yazmislar. Bu zaman gelmeden önce, ülkeme ve insanlarimiza yararli bir is yapmak istiyorum. Hem de böylece öldükten sonra adimin unutulmamasini saglamis olurum" dedi.
Enkidu, "Ne diyorsun sen?! Sehrimizi koruyacak koca duvari, Tanrilarimizin yikilmis tapinaklarini yaptirmadin mi? Onlarla da yetinmedin, gözbebegimiz, güzel Nippur sehrimizdeki ulu Tanrimiz Enlil ve onun karisi Tanriça Ninlil'in yikilmaya yüz tutmus Tummal'ini de yaptirdin ya!" dedi.
Gilgames, "Ama onlari ben degil, halkimiz yapti. Onlar bunun için ne kadar üzüldü ve sikildi, sen bilemezsin!"
Enkidu, "Ya dize getirdigin KIS sehrinin krali Agga'ya ne diyelim?!"
Gilgames, Agga'nin adini duyunca gülümsedi ve onunla olan serüveni gözlerinin önüne geldi.
Kral ona, "Uruk, benim yönetimim altina girecek!" diye haber göndermisti. Bak hele! Kolay miydi Gilgames gibi bir kralin ve sehrinin baska bir yönetime alinmasi. Yine de Gilgames ona karsi hemen askerlerini toplayip savasa çikmamis, önce halkinin buna ne diyecegini ögrenip, ona göre davranmayi dogru bul-mustu. Bunun için sehrin yaslilar meclisini toplamis, onlara "Kış Krali Agga sehrimizi yönetimine almak istiyor. Ne dersiniz, savasip özgürlügümüzü vermeyelim mi, yoksa boyun egip onun yönetimine girelim mi?" diye sordu. Gilgames, onlarin verdigi cevaba sasip kalmisti: "Aman" demislerdi, "savas edip ölece-gimize, onun yönetimine giriverelim!" Gilgames, hiç beklemedigi bu yanita, "Ne garip" diyordu, "yaslilar ölümleri yaklasinca daha çok ölümden korkar oluyorlarmis". Gilgames, ayni soruyu gençler meclisine yöneltmisti. Onlar hiç düsünmeden, "Ölsek bile sava-salim. Özgürlügümüzü kimseye kaptirmayalim" demislerdi. Neyse ki, bir savasa meydan kalmadan, Kral Agga, Gilgames'in büyük tepkisi üzerine korkarak, sözünden dönmüs, Uruk'un yönetimine göz dikmekten vazgeçmisti. Gilgames dalmis bunlari düsünürken, Enkidu'nun, "Sen hâlâ ne yapmak istedigini anlatmadin?" sözle-riyle kendine geldi ve hemen yanitladi: "Sedir ormanlarini bekleyen canavar (Huvava) Humbaba'yi öldürmek!" Enkidu saskin saskin Gilgames'e bakarak. "Hani su ölümsüzlük ülkesi denilen yerdeki ejder mi?" dedi. Gilgames, "Iyi bildin, öldürülmesi gereken canavar o! Biliyorsun, ülkemizde orman yok. Halkimiz gerekli agaci, keresteyi oradan getirmeye çalisiyor, ama ejder yüzünden ormana rahatlikla giremiyor insanlarimiz. Eger gidip o canavari öldürürsek. ülkemize rahatlikla kereste getirilir.
Binalarimiz, esyalarimiz, teknelerimiz, bol bol yapilabilir. Ayrica böyle bir olay adima ad, sanima san katar. Bu kahramanligim kolay kolay unutulmaz" dedi.
Saskinligi hâlâ üzerinden atamamis olan Enkidu, "Iyi, ama biliyor musun, o canavar o kadar korkunçmus ki, kükredigi zaman yer gök inler, agzindan nefes yerine ates çikarmis. Disleri ejderha disi, yüzü aslan yüzü gibiymis. Saldirisi bir tufan firtinasina benziyormus. Onunla sen nasil basa çikabileceksin?" dedi.
Gilgames, "Ama biz beraber olur, el ele verirsek, karsimiza ne çiksa onu alt edebiliriz."
Enkidu, "Sen onunla bogusurken ölürsen, annen kim bilir ne kadar gözyaslari döker, ne çigliklar atar, düsünmüyor musun onu?"
Gilgames, "Sen üzülme arkadasim! Ben ölmeyecegim, annem de benim için üzülmeyecek! Yeter ki, sen benimle gel ve bana yardim et!"
Enkidu, "Ölecegimi bilsem, seni asla yalniz birakmam, arkadasligi-miz nerede kaldi!" dedi.
Gilgames, Enkidu'nun bu cevabindan çok duygulandi. Arkadaslik bu degil miydi? Ama o, Enkidu'yu buluncaya kadar kendisine böyle arkadaslik edecek kimsesi yoktu. Etrafi insan doluydu, fakat onlarin içinden gücüne, kafasina uygun bir arkadas bulamamisti. Koca bir ülkesi, görkemli bir sehri, çaliskan halki vardi, ama o yapayalnizdi ve bu yalnizlik onu çok mutsuz ediyordu. Bu mutsuz-luk içinde, bir gün, Tanriça Inanna'nin kendisine hediye ettigi davulla tokmagi aklina geldi. Onlari hak etmisti dogrusu. Güzel Tanriça çok üzüntülü olarak, bir gün ona gelmis, bahçesindeki huluppu agacini kesmesini rica etmisti.
Gilgames hemen kosmustu onun bahçesine. Gördügüne inanamamisti. Agacin köküne ejder gibi koca bir yilan girip yerlesmis, gövdesine Lilit adli cin kurulmus, en tepesine de Anzu kusu yuvasini yapmis. Hepsi Tanriça'nin agaci kesmesine engel olmus.
Halbuki Tanriça o agaci Firat Nehri'nde sürüklenirken görmüs ve oradan yakalayip getirerek bahçesine dikmisti. Amaci da agaç büyüdükten sonra onu keserek ondan kendisine bir taht, bir kürsü ve bir yatak yaptirmakmis.
Gilgames, korkusuzca agaca yaklasarak öyle bir vurus vur mus ki, yuva yapmis olanlar nereye kaçacaklarini bilememis, dagilip gitmisler. Gilgames de onu keserek Tanriça'ya vermisti.
Tanriça da ondan istediklerini yaptirdigi gibi artanindan da Gilgames'e hediye etmek üzere bir davul ve tokmak yaptirmisti.
Ne zamandir onlar bir kenarda duruyordu. Gilgames hemen ikisini de eline alip sokaga kosarak var gücüyle vurmaya baslamisti davulu. Halk, "Ne oluyor?" diye sokaga firlamisti.
Onun pek hosuna gitmisti halkin bu saskinligi: "Kral degil miyim, istedigimi yaparim. Kimse de bana karisamaz" diye, gece gündüz davulu çalmayi sürdürünce, halk o kadar rahatsiz olmus ki, kendi aralarinda, "Kralimiza kendi gücü ve gönlüne göre bir arkadas bulunmali ki, onunla gezip tozsun, gülüp söylesin ve bizi rahat biraksin" diye bir taraftan konusuyor, bir taraftan da Tanrilara bunun için yakariyorlardi. En sonunda Gök Tanrisi An, onlarin yakarislarina kulak vermis ve yüce Tanriça Aruru'ya, "Haydi bakalim Gilgames'i nasil yarattiysan, simdi de gerek vücut, gerek kalp bakimindan ona denk birini yarat!" dedi. Tanriça ellerini yikamis, nehir kenarindan bir toprak kil almis, ona bir adam sekli vererek, onu kirlara birakivermisti.
Muazzez İlmiye Çığ
Post A Comment
Hiç yorum yok :