Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-İbraniler
Baal |
Şimdiki Lübnan, İsrail ve Filistin’in olduğu bölgeye eskiden Kenan ülkesi denirdi. Fenikeliler Kenan ülkesinden çıkan bir medeniyettir. Kenan ülkesinde, başlangıçta yerli bir halk vardı, bunların kimler olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Bu yerli halkın üzerine Sami kökenli göçebeler gelip, yerleşmişlerdir. Sonra başkaları da gelmiştir. Ege adalarından da yerleşmecilerin gelip, bu halk ile kaynaştığı düşünülmektedir. Kenan ülkesinin ilk dini Şamanizm idi. Buradaki en eski topluluklar da,
klanlar ve aileler eşek, koyun, yavru aslan, sırtlan, ceylan, çaylak gibi hayvan adları taşımaktaydılar. Kenan ülkesi sakinleri, yiyecekler konusunda da bazı yasaklara saygı gösteriyorlardı, örneğin domuz eti yemiyorlardı. Bazı dağları, pınar ve ırmakları, dikili taşları, Nablus yakınlarındaki Kâhinler ağacı gibi ağaçları, kutsal sayıyorlardı. Gezer yakınlarında bulunan kalıntılardan anlaşıldığı üzere, 8 günlükten küçük çocukları Tanrılarına kurban ediyorlardı. O dönemde doğan ilk çocukların Tanrıya kurban edilmesi, bölgenin genel bir âdetiydi. Ölülerini yakıyorlardı.
Aşera |
Sümer dininin ve onun bir versiyonu olan Babil uyarlamasının, Kenan ülkesi halkı üzerinde etkili olması kaçınılmazdı. Babil’in Marduk ve Tiamat efsanesi, Kenan’da fırtına ve bereket Tanrısı Baal ile Habat arasında benzer bir öyküye dönüştü. Baal de deniz ve nehir Tanrısı Yam-Nahar’la savaşmıştır. Yam, toprak için sel tehdidi oluşturan, deniz ve nehirlerin düşmanca yanını temsil eder. Baal de, Yam da, Kenan ülkesinin yüce Tanrısı El ile aynı zamanın tanrılarıdır. Baal, El’in oğludur. El, Tanrılar meclisini toplayarak anlaşmazlıkları çözmek ister. Yam, düşmanlıktan vazgeçmeyerek Baal’in kendine teslim edilmesini ister. Baal, iki sihirli silahının yardımı ile Yam’ı yener. Tam onu öldürecekken, El’in karısı ve Tanrıların anası Aşera devreye girerek, tutsağı öldürmenin onursuzluk olacağını söyler. Bunun üzerine,
toprağın verimlilik ve bereketini sağlayan fırtına Tanrısı Baal utanır ve Yam’ı öldürmez. Baal, Yam’ı öldürmeyerek yaratıcı bir tavır sergilemiştir. Böylece, başlangıçtaki şekilsizliğe geri dönüşü, yani Kaos’u önlemiştir.
Nasıl olduğu tam belli olmamakla beraber, Baal ölür. Ölüm ve kısırlık Tanrısı Mot’un dünyasına gider. Durumu öğrenen El işini gücünü bırakır, yasa bürünür ama ne yaparsa yapsın oğlunu geri getiremez. Bunun üzerine, Baal’in sevgilisi ve kız kardeşi Anat, annelik duygusuyla, ruhunun ikizini, yani Baal’i aramaya çıkar. Baal’in cesedini bulunca, önce bir ziyafet verir. Arkasından Mot’u öldürür, un ufak eder, tahıl gibi etrafa saçar. Kenan ülkesinde de Anat’ın, bu zaferi, her yıl yapılan dinsel törenlerle ebedileştirilir. Bu zaferin sonuncunda, Baal tekrar yaşama döner ve Anat’a kavuşur. Bu, bizim, Sümerlerden beri, çok iyi bildiğimiz bir hikâyedir: Tanrının ölümü, Tanrıçanın arayışı ve sonunda Tanrısal dünyaya yeniden dönüş. Bundan sonra da, bu efsaneye çok sık rastlayacağız.
Kenan ülkesine yerleşmeden önceki İsraillilere " Musa’dan önceki İbraniler " denir. Tarih kaynaklarında, bunlara Abiru, Apiru ya da Habiru dendiği de görülmüştür. Bunlar çadırda yaşayan, göçebe Samilerdir. Doğal olarak dinleri de Şaman dinidir. Göçebelerin genel durumuna uyarak aileler, klanlar ve kabileler tarzında yaşıyorlardı. Tüm göçebeler gibi yerleşiklerle sürekli çelişirlerdi. Zaman, zaman paralı askerlik, yerleşiklerin emrinde memurluk, hizmetçilik ve zanaatkârlık yaparlardı. Aralarında zenginleşip, toprak alıp, yerleşenler de olurdu. Tekvinde İbrahim’in Sodom kralının hizmetinde paralı askerlik yaptığı yazmaktadır.
İbranilerin, göçebe oldukları zaman kesiti, avcılıktan göçebeliğe geçişin ilk zamanları olduğundan, ailede kadın hala ileri haklara sahipti. Çocuklar analarının klanından sayılırlardı. Bu geleneğin bir kalıntısı olarak, ana uzun zaman çocuklarının adını seçme hakkını muhafaza etti. Çoğu zaman kadın kendi ailesi ile oturuyor, kocası da arada sırada gelip onu ziyaret ediyordu. Bu âdetin Musa zamanında, halen devam ettiğini biliyoruz. Musa Midyanlı bir kadınla evliydi, kadın da oğulları ile birlikte kendi memleketinde kalmıştı. İbrani ailesinde çadır sahibi kadındı, kocası onun yanına gelip oturabilirdi. Tekvin’in Yahova metnine göre: " Erkek anası ile babasını terk edecek ve karısına bağlanacaktı ". İleride bu âdetin Arap yarımadası bedevilerinde de geçerli olduğu görülecektir.
Mısır'da sünnet |
İbrani toplumu, çevresindeki yerleşik medeniyetlerin etkisi ile kısa bir süre içinde baba erkil aile düzenine geçti. Kadın, kocanın malı oldu. Koca, efendisi, Baal’i idi. Koca, karısını, babasından, o yoksa erkek kardeşinden satın alıyordu. Bu en eski zamanlarda, babanın, çocuklarını, üvey çocuklarını, torunlarını yargılayıp, mahkûm etme ve hatta öldürme hakkı vardı. Tekvin’de de görülen bu hak, daha sonraları Tesniye’nin yazılması ile sınırlanmıştır. Ama baba daima oğul ve kızlarını, köle olarak satma hakkına sahipti.
Göçebe toplumun bir gereği olarak, aynı kandan kabul edilen klana giriş, özel bir seremoni gerektiriyordu. Erkeklerin klanın bir üyesi olarak kabulü sünnet ameliyesiyle gerçekleştiriliyordu. Sünnet olmak aynı zamanda evlenmeye yeterli hale gelmek demekti. Baştan buluğ çağında yapılan sünnet, göçebe toplumdan yerleşik topluma geçildikçe, çocukluktan itibaren uygulanan bir işlem haline geldi. Sünnet için, İbranilerin taştan bıçaklar kullandığına bakılarak, sünnetin taş devrinden kalma bir adet olduğu söylenebilir. Zaten, Afrika’da çok eski zamanlardan beri yapıldığı bilinmektedir. Mısır’da da sünnetin oluşu, Afrika’nın bu âdetinin Mısır’a, oradan da İbranilere geçtiği fikrini ileri çıkarmaktadır. İbranilerin, Mısırlılar tarafından hor görülmemek için ve çevrelerindeki insanların yargılarını dikkate aldıkları için, Mısır’da iken, sünnet geleneğini kabul etmiş olabilecekleri de söylenir.
Mısır ‘ı terk ettikten sonra, çevrelerindeki diğer topluluklar, Babilliler, Asurlular ve Persler sünnet olmuyordu, ancak İbraniler, artık Tanrı’nın seçilmiş ulusu olarak, zaten çevrelerinden farklılaşmışlardı ve bunun vurgulanmasını istiyorlardı. Böylece, sünnet olmayan topluluklarla temasa geçtikten sonra da sünnet âdetini devam ettirdiler. Sünnet, zamanla ulusal ve dinsel ayırıcı bir alamet oldu. Sonunda Yahova ile kavmi arasındaki ahdin bir işareti haline geldi.
Musa öncesi İbraniler, pınarlara, dağlara (Sina dağı bu yüzden kutsal bir dağdır), belli ağaçlara taparlardı. Sina dağındaki Tanrıya El derlerdi. Tanrı El gittikçe daha önemli bir Tanrı olacaktır. Musa öncesi İbranilere göre, ölüler, diğer dünyada, Şeol’de, yaşamaya devam ederler. Ölüler, olağanüstü bir kudret ve bilgi edinirler ve ruhlar (Elohimler) haline gelirler. Tanrılarla temasa gelmeden önce, temizlenip arınmak yani yıkanmak gerekir, kadınlarla da temastan kaçınılmalı ve elbiseler de değiştirilmelidir. Elbiselere, o çevrede bulunan ruhsal varlıkların, Elohimlerin kuvvetleri sinmektedir. Kutsal varlıklar, istemeden, diğer kutsal varlıkların kuvvet alanları ile karşılaşmak istemezler. Bu onları sinirlendirir, kışkırtır. İşte bu sebepten, kutsal çevrelere girip, çıkarken İbraniler elbise değiştirirlerdi. Kenan ülkesine geldiklerinde, İbraniler, yerleşik dinin etkisi ile değişmiş biraz Şaman, biraz Sümer dini kokan bir dine sahiptiler. İbranilerin dini, Kenan ülkesi sakinlerinin dininden hiç de farklı değildi.
Genel kanı ve inanışa göre, İbraniler, İbrahim'in yönetiminde, Sümer'in Ur kentinden, Kenan ülkesine göç ettiler. Önce, bir süre Harran’da durdular ve daha sonra Kenan ülkesine gittiler. İbrahim’in babasının bir tapınakta rahip olduğu ve bu nedenle İbrahim’in gökyüzü ve Sümer dini hakkında çok bilgili olduğu söylenir. İbrahim, karısı Sarah öldükten sonra, Kenan ülkesinde, Hebron’da toprak satın alıp yerleşti. İbrahim’in torunu Yakup, Şekem’e, yani bu günkü Nablus’a yerleşti. Yakub’un oğulları ki bunlar İsrail’in on iki kabilesinin atalarıdır, bir kıtlık sonucu Mısır’a göç ettiler.
Hatırlanacağı gibi Mısır’da köle yerine işçi çalıştırma daha yaygın bir anlayıştı. Mısır’ın kendi halkı yapılmakta olan çalışmalara yetmediğinden, Mısır’a çevre ülke halkları çalışmaya giderlerdi. Hele Mısır’ın zengin olduğu dönemlerde, tapınakların, kamu binalarının inşaatı çok miktarda işçiye ihtiyaç gösteriyor, ihtiyaç yabancı işçi sağlanarak gideriliyordu.
Bazı İbrani kabileleri bu nedenle çalışmaya Mısır’a gittiler. Mısır’da kabile kabile bir arada yaşadılar. İnşaat sektöründe çalışıyorlardı. Bu onların bir süre sonra inşaat işlerinde uzmanlaşması sonucunu getirdi.
İbrahim ve bütün kabile, Mardok kültünü biliyordu ve ona veya onun bir versiyonuna bağlıydılar. Böylece tüm diğer tanrıların gücünü kendinde toplamış olan bir Tanrı fikri vardı. Bu bizim bildiğimiz tek Tanrı değildi ama onun ön şekliydi. Böylece Mısır’a sadece İbraniler değil, aynı zamanda tüm diğer tanrısal güçleri kendinde toplamış Tanrı fikri de giriyordu.
Yukarda özetlenen gelişmeler, M.Ö. 1900 ile 1500 yılları arasına aittir.
Post A Comment
Hiç yorum yok :