Manas Destanı 4 - Ataların Yurdunda (I.Bölüm)
ATALARIN YURDUNDA (I. Bölüm)
Kış oldu. Yaz geldi. Aradan bir yıl geçmesine rağmen Manas'a Kırgızlara ne Kalmuk askeri geldi, ne de Çin askeri geldi. Bahadır Manas halkını Kalmuklardan ve Çinlilerden yiğitçe kurtarıp birleştirdi.
Yer yeşerip otlar bittiğinde otuz iki yaşına giren Manas gözüne ilişen kimselere heybetini gösterir, çöldeki kamış gibi bıyıklarıyla buz gibi soğuk görünürdü. Evinde üç gün üç gece yalın kılıcına yaslanıp kaldı, hiç uyumadı kimseyi de kabul etmedi. Kalmukların elçisi, İranlı tüccarbaşı ve Arap'ın kervanbaşısıyla da görüşmedi. Onun sırrını bilen kırk çorası: "Bahadır boşboşuna sinirlenmez, bir şey olmuştur, ya Çin'den haber almıştır ya da birliği olmayan, birbirleriyle çekişen soydaş Türklerden bir şey geçmiştir? Ne olursa olsun bahadırı rahatsız eden bir şey var. Bu bir felaket de olabilir." Diye korktular Manas sakinleşmeden kimse ona soru sormaya cesaret edemedi, doğru sözlü Bakay da sormaya çekindi.
Dördüncü gün, Han Manas kalabalık Kırgızı, Türk kabilelerin reislerine, iyi düşünceli mümtaz kişilere, komutanlara yedi gün sonra gelsin diye haber gönderdi. Haberi alan akıllılar, yurdun ileri gelenleri, ben Kırgızım diyenler söylenen günde Manas'ın avuluna toplandılar.
Manas'ın beyaz çadırı bir baştan öbür başa kırk kanatlı çift akotağ idi. Beyaz çadırın önünde gümüşten yapılan iki arslan vardı. Arslanların önünde de mızrak tutan, kılıç kuşanan öncü yiğitler vardı. Kırk yiğidin başı Kırgız avuluna gelen misafirleri sayıp yerleştirdi. Kurultayı Altay'daki altmış kabile reisi, altı yüz akıllı ihtiyar gelmişti.
Bütün millet toplandığında bahadır Manas şöyle dedi:
"Halkım, milletim! Andican'dan haber aldım. Atalarımızdan kalan, göbek kan damlayan yere, Andican, Ala-Dağ, Yedisu, Alay'a göç edeceğiz. Allevke'ye Kalmuklara yenilip yaşadığım günler zehir olsun. Zamanım geldi. Alevke'nin boyunduruğundan halkımı ve toprağımı kurtaramazsam yaşamayayım, doğmamış olayım! Ben Ala-Dağ'a atlanacağım. Gönlünden isteyen bana katılsın! Kalacağız derseniz mukaddes Altay ata toprağıdır, kimse sizi zorlamayacaktır, kendiniz bilirsiniz.
" Kıpçakların akıllısı Taz sözü kesti: .
"Ey millet! Babanın gönlü oğlunda, oğlunun gönlü dışarıda denir ya! Beni oğlum buraya deveyi yedelemiş gibi yedeleyip getirdi. Altay'dan gitmeyeceğim dersem de oğlum Ürbü Manas'ın arkadaşıdır, hem nişanlıdır. O tarafları özlüyor. Oğlum beni yedeğe almıştır. Kırgızlar göçmese de ben göçeceğim."
Halkın gülmesi üzerine Ürbü yere baktı. Taz'ın sözünü Aydarkan'ın oğlu Er Kökçö destekledi.
"Ey, millet! Ürbü'ye gülmeyin. Yedisu verimli yerdir. Altay'dan eksik değil. Siz kalsanız da ben gideceğim." Dedi Kökçö.
"Kökçö yakında, Yedisu'dan nişanlanmıştı."
"Belâlı kadın ise peşinden gitmeyen erkeği gör!"
"Kadın hanı bile peşinden götürür."
"Bu erkekler gazaya değil, kadına gidecek değil mi?" diye ihtiyarlar ve gençler Ürbü ve Kökçö'yle eğlendiler.
"Millet, eğlencenizi bırakın, bir karara vardım." dedi. Akbalta heybesinin iki ağzını açarak: "Ala-Dağ'a gideceğim diyenler heybenin sağ ağzına, kalacağım diyenler sol ağzına taş atsınlar."
Toplanan halkın tümü heybeyi tezek gibi taşlarla doldurdu. Neticede Altay'daki Kırgızlar Ala-Dağ'a hep birlikte göç etmeye karar verdiler. Manas Altay'da kalacak Kırgızlara "Sizden ayrılıyoruz, yine buluşuruz" diye Türk soydaşlarının reislerine, akıllılarına, beylerine, bahadırlarına, her baba-oğula elbise giydirdi. Avulbaşı, yurt ağası ve aksakallılarını birden ata bindirdi.
Kırgızların beklediği gün geldi. Manas'ın beyaz çadırında borazan öttürüldü, altın davul çalındı. Altay'ın acayip kızaran dağları muhteşem bir şekil aldı. Yurtta insanlar kara karga gibi kaynadı.
"Atlanalım, millet! Altay'ın hasiyeti, yardımcı olsun! Ataların kemikleri, ruhları razı olsun! Tanrım bizi sağ salim ataların toprağına, Ala-Dağ'a ulaştırsın, yolumuzu açık kılsın." dedi Koşoy sungur kuş gibi yüksek sesiyle.
Altay'daki Kırgızlar atalarından kalan âdetlerin gereğini ustalıkla yerine getirip kaidesiyle göçmeye başladılar. Göç edenlerin sayısı toplam altmış bin aileye ulaşmıştır.
Büyük obadan yola çıkan göç kafilesi yürüye yürüye doğrulup sıra haline geldi. Kafilenin başında Han Manas, ondan sonra bayrak tutan Kutubiy, ondan sonra Han Koşoy idaresindeki aksakallılar, erkekçe giyinen kırk yiğit vardı.
Ondan sonra yavaş yürüyen ata binen Çıyırdı hamın ve kadınlar grubu vardı. Deve yedekleyen süslenmiş kızlar, hayallere dalan gelinler vardı. Ondan sonra halı örtülüp beyaz çadırın eşyaları yüklenen altı yüz deve vardı. Develerin önünde zil takılmış siyah deve vardı. Cakıp Bay hayvanlarımdan olmayayım diye ay şeklinde damgalanan atlarının peşinden gidiyordu.
Bakay yolun ilerisini kontrol edip mola verilecek bir yer buldu.
Büyük kafileyi dört taraftan koruyan Er Koşoy'un askerleri idi. Manas'ı Ala-Dağ'a, ata yurduna getireceğim diyen patlak gözü çoban yıldızı gibi parlayan, kulakları kalkan gibi olan Han Koşoy değil miydi?
"Kuzum, Manas! Düşmana beraber karşı koyalım, berabe yaşayalım. Andıcan, Altay, Yedisu'daki kırgızları Kalmuklardan ve Çinlilerden kurtaralım. Ölünceye kadar bayrak altında duralım! Hanlığa bak! Kaynaşan Kırgızlara han yapalım! Darmadağın olan halkını bir araya topla!" diyen Koşoy değil miydi? Kırgızların hayırlı gücünü yolda öğrenen Kazak ve Türk kabileleri grup grup avulun kenarına çıkıp ekmek, su verdiler, "dinleniniz, yoruldunuz" diye pişirdikleri etleri verdiler.
"Ala-Dağ'a sağlıklı ulaşınız. Uzak yolunuz kısa olsun. Tanrı yolunuzu açsın! Kötü niyetliler yoldan kaçsın!" diye hayır dualarda bulunup göçü yolcu ettiler.
Altay'dan yazda yola çıkan Kırgız kafilesi at ayağı değmemiş yollarla, derecelerle, otların çiçeğini seçip, suyun temizini içip, mola verip konaklayıp, kaç gün kaç gece yol yürüyüp hedeflediği yeni yurduna güzün son aylarında ulaştı.
İki ay boyunca yolda Akbalta suratını asıp dalgın ve suskun yürüdü. Manas bunun farkında idiyse de bilmemezlikten geldi. Bir gün kuşluk vaktinde Akbalta Manas'a kendisi geldi.
"Oğlum Manas, Ala-Dağ'ın ucu göründü, göçücü kuşları göremeye başladım. Ala Dağ'a kadar yolumuz açık, iyi gitti. Şimdi oğlum, senden istediğim bir şey var." dedi Akbalta yere bakarak.
"Söyleyin, amca" dedi Manas.
"Ben Tanrı'nın huzurunda sadece kendi başım için değil, Noygut halkı için de hesap vereceğim. Halkını Çinli ve Kalmuklar'dan kurtardın, özgürlüğüne kavuşturdun. Senden istediğimiz şey buydu. Bugünleri de gördüm. Oğlum, ben yaşlandım, kuvvetten güçten düştüm. Birçok kez evlenmiş idiysem de çocuğum olmadı. Ala-Dağ'ın havasını aldığımda, kuşlarını gördüğümde bitkin bir hale düştüm. Yurdum Sarı-Köl'ü özledim, halkım Noygut'u özledim. Halksız kalan topraklarım var, başıboş dolaşan talihsiz halkım var. Onları bulayım. Halkımı toplayayım. Muradıma ereyim. İsteğim şu, Kutubiy'i ver. Bu lütufta bulunsan Sarı-Köl'e sağ salim ulaşsam, onu han yapacağım! Sana kanat olsun. Manas'a layık oğlum vardiye onu evlat edineyim!".
Bunu işiten Cakıp Bay'ın kalbi yanıp tutuştu.
"Yarı ekmek bulsak eşit paylaştık, iyi dileği beraber diledik, Baltacığım.
Acıları beraber paylaştık, düşmanla beraber savaştık, Baltacığım. Topraklarımızı beraber koruduk, ölüme ortak olduk. Sizin gibi cana yakın adamı bulabilir miyim? Şimdi ayrılırsak, tekrar görüşebilir miyiz?" dedi Cakıp'a ağlayarak.
Manas gevşedi.
Akbalta ile Cakıp Bay birbirene sarılarak ağlaştılar.
Manas şöyle dedi:
"Kurbah olayım Akbalta, babam olmaya layık evliya! Halk içinde kut oldun! Düşmanla çarpışmada baş oldu! Elime alsam bayrak idin, atımı bağlasam altın direğim idin! İsteğince olsun! İzin vereyim!".
Geniş havzaya geldiğinde, iki gün ara verip üçüncü gün bahadırlar Akbalta ile Kutubiy, Koşoy Han, Cakıp ile Er Manas buğday unundan yapılan ekmeği yiyerek kelâmi-şerif getirdiler.
Yolda olsun izimiz,
Düşmanla olsun işimiz,
Gökte olsun canımız,
Kapta olsun kanımız.
Diye antlaştılar. Üç hanın halkı üç tarafa: Er Koşoy At-Başı'na, Akbalta Sarı-Köl'e, Manas Kakşal ve Andican'a bölündüler.
Manas birkaç ay yol yürüyüp yorulan kafileye "Halk zorluk çekiyor, atlar dinlensin, yiğitler soluk alsınlar, silahlarını hazırlasınlar." Diye Kakşal'ın dağında sekiz ay mola verdi. Süre dolduğunda "Şimdi Kalmuklarla tutuşayım." diye niyet etti. Andican'daki Alevke'nin halkına heybetini gösterip, Otuz-Adır'a basıp girip konakladı.
Otuz-Adır'da dokuz gün mola verdi .
"Yiğitler, eğlenin! Kılıçlar paslandı! Oklar körleşti. Kaplan, pars, geyik, kuş atıp, yay çekip at üzerinde oynayıp savaş için alıştırma yapın!" Manas Bakay'ın idaresindeki ünlü nişancı olan altmış yiğidi alıp yol görmeye ve yer ahvalini öğrenmeye atlandılar.
Manas eğlenceden erken döndü. Avlanmayı seven Manas'ın bu hareketine arkadaşları hayret ettiler. Bahadır eskisi gibi tepeye beyaz çadır diktirip, kısrak kestirip, kımızdan şarap içip çılgınca eğlenmiyordu. Bakay'ı çağırıp akıl danıştı. Ertesi gün Bakay avuldaki Döögör'ün idaresindeki ustalara çoraların süslerini yaptırdı, atları nallattı, askerleri disipline alıştırıp savaşa hazırlık yaptırdı.
Bahadır Manas Alevke gibi düşmanından intikam almak istiyordu, bir an evvel saldırıya geçmek için sabırsızlanıyordu.
Altın dolu hazinesi olan Alevke Ala-Dağ, Andican, Yedisu, Kan-Dağ'da zalimliği ve vahşiliğiyle tanınıyordu. Onun adını duyduğunda ağlayan çocuk da susuyordu. Altı şehirin hanı Alevke'nin yeryüzündekileri görebilen açık gözlüleri, yedi kat yer altındakileri duyabilen yer dinleyicileri vardı. Nogoy Han'ın yenip, Kırgızları'ı Andican, Alay, Ala-Dağ'dan sürdüğünden beri bu toprakların köpekleri Alevke diye havlayıp, kuşları Alevke diye öttü. Her yerde kadın alan Alevke'nin altmış oğlu vardı. Alevke bu yerdekileri sömürüp, vergi için hayvanlarını elinden aldı.
Alevke'ye Manas'ın göçüp geldiğini, savaşa hazırlık yapmakta olduğunu büyücü ve casusları çoktan haber vermişlerdi. O önceden ordu kurup, barikata nöbetçi koydu, eyeri atının üzerinden almadı, bahadırları giyimlerini çıkarmadılar. Beş yüz bin kişilik ordu kurup hazırlığını çoktan bitirdi. Manas ne der acaba diye, ona gözdağı vermek için Alevke kendi bahadırlarıyla birlikte yine elli bahadırı gönderdi.
Alevke'nin gönderdiği Tizelik adlı zevzek bahadır Manas'ın avuluna gelip tehdit etti:
"Alevke'nin emri: Kırgızlar buraya izinsiz yaklaşmasınlar! Andican, Alay ezelden bizimdir. Manas Çin Hanı Esenhan'dan kaçıp bize dokunursa yok edeceğim bir karış toprak vermeyeceğim. Başka tarafa gideceğim derse Manas'a yol vereceğim! Savaşacağım derse, kendisi bilsin! Can gerek ise şimdiden itaat etsin!"
Alevke'nin buyruğunu okuyan elçinin sözünü kesmeyelim, eski adetleri bozmayalım, kötü haber olsa da Han adamına saygı gösterelim diyen Kırgızlar Tizelik'e misafir kaidesince saygı gösterdiler.
Kırgızlar "Cevabını Manas'tan al, onu bekle" diye Tizeklik'i ürküttüler.
Manas iki güne kadar gelmedi. Üçüncü gün Cakıp, Manas'ı bulun diye altı kişiyi sağa sola gönderdi.
Manas'ı buldular ama Manas "Avula düşman geldi, Alevke'nin ordusu geliyor." Sözlerine hiç aldırmadı, bahadır geniş kır ve dağlara doyamamıştı, av tutkusuna tutulup, kayadan çıkan geyiğin peşinden gitti.
Kırgızlara gelen bahadır Tizelik: "Kırgızlar, dağ haydutları, Alevke'nin sözünü dinlemediniz, öcümü alacağım, sizi keseceğim." Diye öfkelenip atlandı.
Bu esnada Andican'dan alaca çapan (kaftan) giyen Aykoco hediyeler alıp Cakıp'ın önüne geldi.
"Andican'daki Kırgız ve Türk kökenli halkları Alevke'den kurtarınız! Ordunuza katılalım. Size arka olalım. Alevke Manas'a saldırmaya hazırlanıyor." diye haber verdi Aykoco.
Av peşinde koşup, halkını avlatmak mı istiyor bu? Avın başına batsın." Diye dertlenen Cakıp, Manas'ı kendim bulacağım diye dağa doğru yola çıktı.
Cakıp, dağa geldiğinde Manas hiçbir şey umurunda değilmiş gibi dağlara ve derelere bağırıp çağırarak yiğitleriyle av avlıyordu.
Cakıp bağırıp kendini ava veren Manas'ı ancak durdurdu.
Cakıp'ın şikayetini işiten Manas babasını fazla kızdırmadan onun gönlünü alıp avuluna getirdi.
Manas, ordusunu üç günde topladı. Dört yüz bin yiğit toplandı. Manas, ordusunu dörde bölüp dört komutan tayin etti. Mavi kumaştan elbise giyip, kısa kuyruklu gök tulpar atına binip, nakışları altından olan sancağı tutan Bakay'ı önüne alıp Alevke'ye doğru atlandı.
Ölümden başka her şeyi bilen kurnaz Alevke, Çinli ve Kalmukların hilelerini biliyordu. O çevik alpleri seçip nehirde Manas'ın yolunu kestirdi.
Er Manas Alevke'den daha iyi bir çare buldu. Savaşmaya geliyor gibi gözüktü, ama biriken Çinli ve Kalmuk askerlerine taarruz etmedi. Manas askerlerini bizzat kendisi yönetti, en kuvvetli yiğitler bayraklarını alıp atlarını oynattılar, düşmanı umursamadılar, onları görmezlikten, ses sedalarını duymamazlıktan geldiler. Böcek gibi kaynıyan Çinli ve Kalmukların komutanları Manas'ın yaygara etmeyen askerlerinden ürküp dokunmayana dokunmadan yol verip Alevke'nin muhafızlarını bıraktılar.
Manas, ordusunu meyvaları dökülmüş bahçeye bırakıp, birkaç yiğidiyle atını yedekleyerek, bahçeyi ata çiğneterek eğlenmekte olan Alevke'ye doğru geldi. Saray muhafızları Manas'ı çıkarmadan geçirdiler. Manas'ın önünde yedi yiğit, çevresinde kırk yiğit vardı.
O gün Alevke han bahçesindeki altın destekli sayebanlı çadırda hana ait seksen cariyenin şarkısını dinleyip, dansını seyrediyordu, şarap içip, akan suyun öten bülbüllerini sesini dinleyip eğleniyordu.
Alevke'nin veziri ile büyücüleri Manas'ın, kırgızların han sarayına geldiğini haber verdiler. Alevke bunu beklemiyordu.
Alevke insanın göremediğini gören bir insandı. Manas'ı uzaktan tanıyıp heybetine hayran kaldı. Attığı her adımdan ateş çıkan, ejder gibi süzülen, kara benekli kaplan gibi atılan Manas, bir yanına gök kır kaplan, arkasına bozkurtu alıp gelmekteydi. Onun heybetini gören Alevke'nin sarayındaki kudurmuş köpekler de karşısına çıkamadı.
Alevke han'ın dili tutuldu. O tahtından inip telaşlıca, karşısına dikilen Manas'a elini uzattı. Saygıyla diz çöküp kendisi yol gösterdi.
Gösterirken de kendi tahtını gösterdi. Alevke han, bir çok kez işittiği, kutsal kitapta okuduğu, Altay'ı altüst eden Manas'ın heybetini ilk defa bizzat gördü. Yeryüzündeki insanları korkutup onları adam yerine koymayan mal canlı Alevke, bahadırı görüp hayran kaldı.
Manas'ın kirpiği alev, gözü ateş gibiydi, tek başına bin pehlivanın kuvveti vardı, alnı kaplanınki gibiydi, taş yürekli, kürek kemiği kalın idi, bileği filinki gibiydi, sert sakallı, dik bıyıklı, korkunç görünüşlü, akıllı biriydi. Gazaba geldiğinde onun kahrına hiçbir adam, hiçbir halk dayanamazdı.
"Hanlığınız kendinize kalsın! Tahta hevesli değiliz, bahadır" dedi Manas Alevke'nin tahtına oturmadan "Bizim kırgızlarda, Türklerde Han tahtına değeriyle, liyakatıyla oturulur, Alevke Han".
"Baş üstüne, Manas Hanım" dedi alevke çekinerek "Emir buyurunuz".
"Gücün güce yetmediği yerde, söz aklın gücü yeter, bahadır, Andican, Alay, Kan-Dağ, Ala-Dağ atalarımızın yeri idi. Mezarlarını kimse kazamaz. Yurduma geldim, topraklarımı geri ver. Kendi ağzından cevap alayım diye geldim" dedi Manas.
Tedbiri Alevke "Manas ile tutuşsam gücüm yetecek gibi değil, hileyle üstesinden geleyim, içeceğine zehir koyup hayvanat bahçesindeki arslanlara yem edeyim." Diye bir kötülük düşündü.
"Söylediğinizde haklısınız, hanım. Öfke düşman, akıl dosttur. Alevke'nin misafirseverliğini gör, bahadır. İstirahat et, konuşalım. Meseleyi dostça halledelim. Alevke han hizmetkârlarına "Bahadır Manas'ı ağırlayınız! Han sarayını açınız!" diye emretti.
Alevke'nin ihtişamlı çadırı rengarenk idi, bahçesinde bülbüller ve kuşlar ötüyordu, pınarı akıyordu, her türlü çiçek açmıştı, papağan, insan gibi konuşuyordu, kızlar dansederek girdiler.
Avlanmaya meraklı Manas, Alevke'nin meşhur hayvanat bahçesini görmek istedi. Alevke buna karşılık vermedi. Han sarayının önünde, dayanıklı kalenin içinde pek çok kuşun ve hayvanın bulunduğu bir hayvanat bahçesi vardı. Alevke elinin ulaşabildiği yerlerden pars, kaplan, fil maymun, gergedan, ayı, Sibirya parsı, kızılkurt, ejderha, yılan, yabani eşek, köpekbalığı gibi insanın görmediği canlıları getirip hiçbir hanlığa nasip olmayan saltanatı sürüyordu. Düşmanlarını yırtıcılarıyla korkuturdu Alevke. O, hastalanan köleleri, ele geçirdiği bahadırları hayvanat bahçesindeki yırtıcılarına bırakırdı, insan etine alışmış yırtıcılar hayvanat bahçesine gelen ganimeti kapmaya hazır idiler.
Bahadır Manas, Alevke'yi de, adamlarını da, arkasındaki seksen yiğidin de demir kapının dışında bırakıp, hayvanat bahçesine silahsız olarak tek başına girdi.
Alevke'nin gökten dilediği makbul oldu. O, "Kaplanların Manas'ı parçalayıp yediğini minareden göreceğim." diye çok sevindi.
Bahadır Manas bir sürü kaplanın yattığı kafesin kapısı açtı. Demiri ısırıp dışarıdaki insanlara atılan kaplanlar bahadıra dokunmadı, kuyruklarını kısıp sığınacak yer bulamadan kaçtılar. Manas kaplanların birinin kuyruğundan tutup çevirdi, kaplanlar bahadıra başlarını eğip, ayaklarını uzatıp dolaşıp işaretle saygı gösterdiler.
Kaplanlara bakan Agalak denen adam, cesaret taslayıp onu kızdırmış olsa gerek, acıkmış kaplanlar onu bir anda parçalayıp midelerine indirdiler.
Bunu gören Alevke'nin dünyası yıkıldı, hazine dolusu altınları aklından uçtu, saltanatı elinden gidip geniş âlemi daraldı, sinek gibi canından umudunu kesip aklını oynattı.
Hayvanat bahçesindeki ejderler, ayılar, yılanlar, kurtlar Manas'ı gördüklerinde eğilip, kulaklarını kısıp, gözlerini kapatıp, uluyarak kafeslerine başlarını soktular.
Bir sürü asker ile Manas'ı tutuklamak isteyen Alevke: "Onunla tutuşmak işime gelmez, tutuşsam da gücüm yetmez, bu Kırgızla başa çıkılmaz, iyisi ona dokunmayalım. Onu zehirleyelim. Eğer bu da tutmazsa canımı alıp Kakşal taraflarına döneyim." diye düşündü.
Manas hayvanat bahçesinden çıkarken Alevke, bahadırın önünü kesti.
"Bahadır, Han sarayına buyurunuz" dedi Alevke.
İlerisini, gerisini düşünmeyen, saf, mert Er Manas, bu teklifi kabul etti.
Akıllı Bakay Manas'a başkan bir han çadırını diktirip, seksen yiğidi nöbetçi koydu. Kendisine göre hayvan getirtti ve kestirdi. Ayrı kazanlarda pişirdi. Alevke'nin mezelerini, yemeklerini kimseye fark ettirmeden döktürdü, bunları yiyen kuşlar köpekler kırıldı.
Ertesi gün Alevke dalkavuğunu peşine alıp Manas'ın önüne yalnız geldi. Elini boynuna koyup itaat gösterdi.
"Bahadır Manas! Yiğitliğinde hiç kusur yokmuş. Sana itaat ettim. Alacağım dersen işte başım, içeceğim dersen işte kanım. Çıkaracağım dersen işte gözüm. Canım kurban olsun. Şimdi Andican'dan toprak vereyim dersen uygun görürsen halkım ile kalayım! Hayır dersen çekip gideyim! Buradan çıkmayacağım diye kavga edecek hâlim yok. Tacımdan, tahtımdan ayrıldım. Taht senindir, bahadır! Küçücük canım benimdir, bahadır!".
Bahadır Manas, Alevke'nin yaptığı zulmü hatırladı. Canını kurtarmak için yalvaran bu Alevke, Kırgızlara karşı elinden geleni arkasına koymamıştı. Altay'a sürülen Cakıp'ın çilelerini, yıllarca horlanan halkını düşündü.
"Ey Alevke! Karşıma çıksan başın mızrağın ucunda olacaktı. Han ellerini kavuşturup yalvarırken ben canını bağışlarım" dedi bahadır. Böğürerek "servetini dağıtmayacağım, ordunu dağıtmayacağım. Toprak yeterlidir. Niyetini bozmadan yaşa. Ben Altay'dan sonra göçüp geleceğim. Bir şartım var, büyük oğlun Booke'yi ak otağa alacağım, bana çora olsun! Kasabış adlı kardeşin yardımcıları katılsın! Cevabını derhal ver. Bunu kabul etmezsen başını kıyamete gönderceğim."
Alevke'nin kemikleri sızladı. Yaş akan gözlerinden kan akmaya başladı aklı durdu. Çaresiz şartı kabul etti.
Manas Andıcan'daki Kalmuk ve Kırgızların hanı diye ilan edildi. Han Manas, Alevke'den acı çeken altı şehirin eski han ve beylerini çağırıp, onları kendi mevkilerine tayin etti; Alevke'nin biriktirdiği ganimetlerini, servetini herkese saçtı.
Er Manas Alevke'den hiçbir şey almadan sadece iki çorayı alıp yoluna koyuldu.
Manas Altay'dan geldiğinde Altay'ın güneyinde, sıra dağları eteğindeki ovada bulunan kalça denen meşhur halkı Kezek'in oğlu Şooruk han idare ediyordu. Gözkapağı yüksek, göz çanakları çukur, siyah sakallı, dik bıyıklı, elli sekiz yaşındaki Şooruk'un iki yiğit oğlu, iki kızı vardı. Akılay denen kızı on altı yaşında olup insanlar arasından çıkan dünya güzeli idi. Kalçalar at yerine kızıl kuyruk deveye binerlerdi. Kızları güzel olduğu için her halkla dünürleşmişti. Şehirine her yerden tüccarlar gelip gittiği için çok zengindi. Mala, dünyaya düşkün, şımarık Şooruk bir gün Manas'ı ele geçireceğim diye inat ediyordu.
"Kara Kırgızlar Altay'da altınla zenginleşip Esen Han'dan kaçıp geldiler. Ölümlüler bizi hiçe sayıp toprak kapmak istiyorlar, cesaret taslıyorlar. Güçten kuvvetten düştüğü halde bahadırlık taslayan Kırgızlara efedisi kimmiş tanıtalım. Atlanın!" Kendini beğenmiş Şooruk askerlerini toplayıp Han Manas'a hücuma geçti.
Yollarda yürüyüp, ticaret ile geçinen Kalçalar savaşmayı bilmeyen, deveye binerek mızrak vuruşan halk olmalarına rağmen iki yüz doksan bin asker topladılar. Bu yüzden iç içine sığmayan Şooruk cesaret taslayıp altın zihniyetli davul, korna çaldırıp debdebeyle kızıl sancaklı askerlerini toplayıp yola koyulmak istedi.
Ertesi gün şafak sökerken Şooruk Han'ın yanına şımarık kızı Akılay nazlanarak geldi.
"Babacığım, bir kere olsun şımarık kızının sözünü dinle. Gece rüyamda fırtına koparan sel gelip, her yeri kara çamur akıntısı bastı. Altın yapraklı çınara tutundum, bu sırada yanıma sen geldin. Halk selle beraber aktı. Babacığım, bu basit bir şey değil. Ne olur Altay'dan gelen Kırgızlara dokunma? Beni dinle babacığım, beni dinle...Savaşma baba" dedi kız gözlerinden yaş akıtıp ağlayarak.
Akılay genç olmasına rağmen anneannesinden büyü öğrendiğini bilen Şooruk, bu kez kızın davranışına güldü, halkı heyecana getiren han sözünden dönmedi.
"Kızlar yorgan, yastığın yanında oturup nakış işler, babasının işlerine karışmaz!" dedi. Şooruk. Kızını susturarak "kızım rüyanda çınara tutunmamız zafere işarettir. İyilik göreceğiz."
Kızını dinlemeyen Şooruk han Alay'daki Kırgızlara güpegündüz saldırdı. Kara Tegin tarafındaki Noygutlara saldırdı. Noygut hana Akbalta hiçbir şeyden habersiz kimseye dokunmadan rahat bir şekilde yatıyordu. Zavallı Akbalta Alay'a, halkının arasına göçüp Noygutları toplayıp halk kıldı, halkına Kutubiy'i han yaptı. Kendisi mükemmel bir kişi idi. Zenginliği halkınca biliniyordu, atları yetmiş bine, Çin mandası bine ulaştı. Altmış yaşındaki Akbalta'nın kırık hanımı çocuk doğurmadı, çocuksuzdu, bir keresinde Salbuurun'a varıp çölde gezen Oysul ata heybesinden gayipten çocuk sahibi oldu. Sönen ateşi tutuşup, çocuk sahibi oldu, Hızır derviş, çocuğa Çubak adını verdi.
Şooruk hanın askerleri beyaz obaya giden Noygutlara soluk aldırmadılar, yedi bin atını sürüp gitti. Bu sefer Manas'ı yağma edeceğim diye kafasına taktı. Noygutlar himaye aradılar, savaşlarda erenleri ölüp, halkı tutsak olup, kız gelinleri dağlara kaçıp kurtuldu. Noygutların hanı Akbalta başını alarak kaçıp sağ kalan yiğitleriyle beraber avlanmaya çıkan Manas'a yöneldi.
Ah yalan dünya, bugün gördüğün yarın yok, önceki sağlam Akbalta, Alevke Kırgızları yağmaladığında Altay'da çektiği horluklara da direnmişti. Bugün akboz atının boynunu çevrip, beyaz sakalını tutup gözlerinden yaş akıtıp, dertli dertli kaçıp gelmekte idi.
Onlara av avlamakta olan Manas rastladı.
"Göreceğimizi gördük Manas. Derdime dert kattın Manas. Altay'dan ayırıp asaba koydu. Tepeleri otlak, yeri verimli, geniş Altay'da niye ölmedim! Atalarımdan kalan toprağım diye getirip Kırgızın baş ayağı kum gibi dağıldı. Yabancılar Noygut'u kırıp gittiler. Bizi bu günlere mi koyacaktın! Biz bu günleri mi görecektik!"
Akbalta'nın söylediklerine Manas söz bulamadı, öfkeden gözlerinden ateş sıçradı, acısı artıp her taraftaki Kırgızlara askerler çabuk gelsin diye altı kişi ile haber gönderdi.
Bahadır Manas Şooruk'un askerlerine avulun içinde saldırmayayım, kadına kıza, çoluk çocuğa deymeyeyim diye onların önünü dağda kesti.
Şafak sökmüştü. Ala-Dağ sanki Altay'ı hatırlatıyordu. Tan ateş gibi kızarıp attı. Beyaz karla kaplanan sıradağlar sanki uyumakta olan yiğitlere benziyordu. Bulutların sardığı dağlar sanki uyuyordu. Alay davulun acılı çalınışıyla uyandı.
Bahadır Manas beyaz elbisesini giyinip, uzağı yakını tanımaz öldürücü ok sadağını astı, demiri sekiz kenarlı, on iki çeşit boyanmış ucu zehire batırılmış, rüzgar değse vızlayan sırlı mızrağını omuzuna koydu. Karanlıkta çektiği zaman ateş gibi kızaran, savaşta vurduğu zaman uzayan, ot üzerine koyduğu zaman yakan, değdiği zaman öldüren kılıcını eline aldı. Altınla süslü, kestiği düşmanı geberten kapı kadar baltasını beline kıstırdı. Başı çelikle kaplanan sapı demirden olan gürzüsünü eyerin yanına takıp meşhur ala kula, siyah yeleli Akkulasına binerek er meydanına hazırlanıp durdu.
Savaş silahlarını kuşanan iki ordu noktası noktasına geldi. Kalçalar, ezelden savaş kurallarını bilmiyorlardı. Çapraşık konulan askerlerin önünde tutuşmayı bırakıp, halkının önüne bahadırlarını çıkarıp, deve üzerinde mızraklarını uzatıp bağırıp çağırdılar.
Dögöşö adlı pehlivan dört bin bahadırı ile kıyasıya bağırıp Manas'a doğru yöneldi. Kaplan Manas'ın kahramanlığı, insanlar arasında benzerinin bulunmadığı anlaşıldı. Beğ Manas, yağmur gibi yağan oklar arasında tek başına dolaşıyordu. Mızrağıyla devirip, baltasıyla gebertip dört bir kafirin kanını döküp, öğlen olmadan safdışı etti, kanlarını su gibi akıttı, üç binini imha etti, kalabalık askeri karıştırıp şaşkına çevirdi.
Savaş iki gün sürdü. İkinci gündeki savaşta sağ kalan altmış bin askeri ile korkak Şooruk han süslü kolltuğuna kıyamadan arkadaşlarını bırakıp başını alarak atlı kaçıp kurtuldu.
Şooruk han kan yutup, gözlerinden yaş akıtıp ağlayarak kızı Akılay'ın ayağına kapandığı zaman kızı:"Han baba! Bundan da ağı azaplara dayanmıştın! Düşmana yenilip halkından tamamen ayrılmıştın. Gayretine gel! Başkaları görmesin!" dedi. Akıllı kız Akılay ölmeye yer bulamayan, yatmaya mezar bulamayan babasını teselli etti.
Şooruk, başını kaldırıp aklını kullanarak kızına danıştı.
"Akılay, yavrum. Seni dinlemediğim için başım derde girdi. Şimdi canımızı kurtaralım," dedi Şooruk. "Kızım, at için utanç, satılmaktadır, kız için utanç, hediye edilmektedir" der halk. Şimdi beni dinle, Seni Manas'a hediye etmek istiyorum. Sözümü dinle, iyilik yap! Babanı, halkı ölümden kurtar!.
"Babanın sözü kız için kanundur. Hayatım işine gelirse ben razıyım, babacığım! Benden endişe etmeyin. Çare altı, akıl yedidir, baba. Bir dediğini iki etmiyeceğim" dedi Akılay.
Zavallı Şooruk altın tacını giyip, altmış muhafızını aldı, kırk bir kızıl deve ve kırk kutu altınla yağmadan kurtulan altı yüz atı sürüp, otuz bir güzel kızı götürüp, ekmek tuz alıp Manas'a doğru geldi, ellerini boynuna koyup diz üzerinde durdu.
Şooruk şöyle dedi:
"Han Manas, kanatlı olacağım derken kanadımdan ayrıldım. Deve sahibi olacağım derken develerimden ayrıldım. Mal-mülk sahibi olacağım derken evim yandı.
Manas, bahadır soyundan imişsin, savaşmak için doğan arslan imişsin. Dev ile boy ölçüşmüşüm, büyüğümle tutuşmuşum. Ata yolu uludur. Kızım sana hediye olsun. Başım sana hediye olsun. Halkım sıkışıp kaldı. Bize acı! Öç alacağım dersen kendin bilirsin Canım kurban bahadır!..."
Kimseye bakıp gülmeyen Er Manas dişlerini gösterip gülerek amcası Bakay'a baktı.
"Amca, bu söze ne dersiniz?" dedi Manas sevinerek gülüp.
Bakay ne diyeceğini bilmeden Manas'a bakıp durakaldı.
"Şooruk han ayağına gelip sana sığınıyor. Han fermanını ver, Bahadır Manas" dedi Bakay sonunda.
"İtaat eden halka kılıcımızı tığını göstermiyelim! Yağma etmekle sevinmeyelim. Erenler, aklınız başınıza gelsin. Onlar bize açgöz, yırtıcılar demesin. Bayrağı inip, dalı kırılan halka teşkilatlanmış halk olarak yiğitliğmiz ile iyiliğimizi de, akıllı olduğumuzu da gösterelim!" dedi Manas.
"Aferin, yaşa! Doğru söz!" dedi halk memnun olup.
Bahadır Manas sıkışan Şooruk'a hürmet gösterdi.
"Şooruk han, karargahınızı yapmaya başlayın" dedi Manas yol göstererek. Şooruk Han'ın telaşı giderildikten sonra, gönlü açılıp hediye edilen kızları ne yapacağı hakkında Manas'a sordu.
"Ben hanlığı yağmalamadım diye hediye edilen kızı zorla zevceliğe almam, kendisi isterse kabul ederim. Otuz kıza hediyelik kızlar demiyelim. Kızlara hediyelik gibi muamele etmiyelim. Onlara şımarık kızlar diyelim. Kızları kendi iradelerine bırakalım. Kendileri seçsinler! İstedikleri erkeğe gitsinler!"
Çoğunluk bu teklife yaşa Manas diye katıldı.
Bugün kızların hediyelik olarak getirildiği unutup büyük bir dost edinme, kız seçme şöleni oldu.
Iraman'ın Irçı oğlu ortaya çıkıp kızları överek şarkı söyledi.
Iraman'ın Irçı oğlu övmezse de, Şooruk Han'ın şımarık kızı güzeller güzeli idi.
Uzun siyah saçları dizlerine kadar sarkmıştı. Söğüt çubuğu gibi ince belli, görenin yüreğini hoplatan hana layık bir tuti kuşu idi. Sarayda yetişen otuz kız da birbirinden güzel idi. Güler yüzlü, şiri sözlü, kaide bilen, kapağını açıp gözlerini oynatıp erkeklerin aklını başından alan mülâyim, neşeli kızlar idi.
Iraman Irçı oğlu şöyle söyledi:
İster yaşlı ister genç,
Mutsuz kızlar gözünü aç
Sizi arzu ededuran,
Kara Kırgız halkıdır.
Hangisini istersen,
Tuttuğunuz erkektir.
Yaşlı, genç demeden, aklı olan herkes sakal ve bıyıklarını sıvazlayıp, şakalaştılar, kalpaklarını kurup giyip, kendilerine çeki düzen verdiler, çolakları değnekleri gizlediler, dilsizleri sustular, körleri gözlerini örttüler, "Eyvah, Kalça'nın kızı beni tutar mı acaba" diye umutlanıp birbirlerini itip merakla bakıp durdular. Bahadır Manas da onun kırk yiğidi de diğer yiğitler ile birlikte sıraya girip ortadaki kızları birbirisinden kıskandılar.
"Bahtsız kızlar gözlerini açıp erkeklerinizi deneyin!"
"Kötüsüne düşmeyin! İyisini kapın!"
"Güzel kıza güçlü erkek yakışır. Sonra pişman olmayın!"
Kızların büyüğü, boy derse boyu var, akılderse aklı var, yay gibi kaşı var Ayadıl adlı kız söze başladı:
"Konuşmak bize düşerse, önce seçecek olan Akılaydır"
Şooruk'un şımarık kızı Akılay, ay gibi parlıyordu. Horoz boynu gibi boynu, top gibi memeleri vardı, nârin boylu, beyaz vücutlu, siyah gözlü idi. O ipek gibi saçlarını sarkıtarak şöyle dedi:
"Bize varsa kerim, Manas olsun erim." Akılay güzel esmer kızların arasından ayrılıp çıktı. Sülün kuşu gibi boynunu kıvırıp, yana bakıp süzülerek yürüyüp, yaş çubuk gibi eğilip Manasa doğru yönelip fırtına gibi hızla bahadırın yanına geldi.
"Yaşa! Akılay eşini buldu!"
"Han soyundan olduğu anlaşıldı" dedi kalabalık gürültü kopararak.
Diğer otuz kız da Kırgız'ın otuz yiğidini kaptı.
Zurna, kopuz çalındı, gümbürtüyle şölen başladı. Düğün bir hafta sürdü. Debdebeli, geleneklere uygun bir şekilde geçti. At yarışı yapıldı, pehlivanlar güreştiler, bozkurtlar bütün yeteneklerini gösterdiler. Başları bağlanan Kırgızlar düğünü yedi gün değil, otuz gün uzattılar.
Bahadır Manas Şooruk'u yenip, kızı Akılay'ı alıp, zaferle gelmekte olduğu, takviye kuvvete çoktan ulaştırılmıştı.
Kırgızların avulu Manas'ın nişanlısını debdebe ve kaideyle karşıladı. Erenlerin eşleri de hediyelik kızlara karşı yapılan muameleyle değil, ailesine katılan yeni üyesine saygı ve selamla karşıladılar. Çıyırdı hanım gelinini kimseye hediyelik gelin dedirtmedi, oğlak çekişme yaptırıp, önü arkasına bavursak saçarak karşıladı. Töreleri derhal öğrenip büyüklere diz çöküp, küçüklere şefkat gösteren geline özel olarak beyaz çadır diktirdi.
Manas Kıpçak'a akraba olup, Kara-Ötök'ten arâzi aldı.
Manas Şooruk han ile savaşmaya gittiğinde Alevke gizlice ulu padişahından izin almıştı. O avulu ile muhteşem han sarayını bırakıp Pekin'e doğru Tırgotlarla beraber hep birlikte kaçmıştı. Bunu Kırgızlara casuslar olduğu gibi anlattılar.
Arabalarını sürüp, kervan gibi yavaş ilerleyen Alevke'nin göç kafilesinin karşısına Kalmuk eşinden doğan, on sekiz yaşına giren, kara güçle dolan, beş yıl görmediği, harp ilmi öğrenen Kongurbay adlı çok sevdiği küçük oğlu can dostuyla beraber çıkageldi.
Kongurbay babasını görüp ağladı.
"Babacığım bu hareketini anlat? Düşmandan kaçmış gibi bir halin var? Kökünü kim kazdı? Şaşırıyorum, babacığım. Önceki yiğitliğin nerede?"
"Oğlum, onlar öyle kolay öldürülecek Kırgızlar değil, dövüşeni sağ koymayan o Manas, kolay başa çıkılacak biri değil. Onun yiğitliğini sorma. Atalarının toprağını geri verdim."
Alevke "Manas'ı öldüreceğim, dövüşeceğim" diye tutturan oğlunu zor teskin etti...
Bu Manas, o topraklarla yetinmeyecektir. O, Pekin'e de varacak gibi, kaçanı da boş bırakmayacak gibi. Manas doğmadan önce ona yiğitlik yazılmıştır. Mukaddes kitapta Manas'ın adı vardı. Kitapta "Manas pekin'e gazaya vardığında yiğit elinde arslan değildir. Manas'ı, Esen Han ile danışıp asker topladıktan sonra öldürelim! Şimdi oğlum beni dinle! Olgunlaşman gerekiyor. Şimdi gençsin, ona yenik düşersin, kuvvetine dolduğun zaman, O, Pekin'e geldiği zaman tutuş" dedi Alevke oğluna.
Bahadır Kongurbay babasının teklifini kabul etti.
Alevke'nin oğlu Pekin'e gitmeden Çin seddini takibederek Sarı Nehir boyunca göçüp şehir kurdu. Pekin Hanı Esen Han'a hediyeler gönderdi.
Kırk hanın Hanı Esen Han, Ala-Dağ, Kaşgar, Andıcan'ı, Yedisu'yu idare ederken Manas'tan kaçıp Çin Seddi'nin civarı, Sarı Nehir'in kenarına yerleşen Alevke'ye altı ay sonra mektup gönderdi. Esen Han, Alevke'nin darıldığını bildiği için ona hoş bir tarzda mektup yazdı.
Bir zamandan sonra Alevke, oğlu Kongurbay ile Çin hanı Esen Han'ın bulunduğu kırk kapılı Pekin'deki mis kokan kızıl ağaçtan yapılmış altın süslü kapısı var, sadece kuşun uçup girebildiği han sarayına ihtişamla girdi. Akrabalar saygıyla selamla görüştüler.
Alevke ile Kongurbay'ın gelecekleri nöbetçileri ve han sarayına malumdu.
Alevke'nin altmış yiğidinin küçüğü olan Kongurbay'ın ünü herkesçe biliniyordu. On iki yaşında kızıl korlu Çin beylerini döven bu genç, Pekin halkını bezdirmişti, pek çok katır kestirmişti. On üç yaşında akıllanıp beş yıl eğitim gördü, okudu, yiğitliği diğerlerinden farklıydı, güreşte becerikli idi, çok tedbirli, savaş hilesini gerçekten iyi bilen kibirli bir kişi olduğu söyleniyordu.
Han sarayına, Esen Han'ın yanına altın direkli çadır kurdular.
Çin padişahı Esen Han, Er Kongurbay'ı Çet-Beecin'e ihtiram ile han tayin etti, Beylik elbisesini, altın tacını giydirdi.
Eser Han, Korgurbay'ı boşuboşuna han tayin etmemişti. Alevke, Çin hanının hudutlarında hanlık yaptığı için "vahşilerle" kırgızlarla savaşmış, onların sırrını, âdetlerini, savaştaki durumlarını biliyordu. Alevke'nin oğlu Kongurbay da diğer halkların âdetlerini, dillerini, savaş yeteneklerini bilen bilgili, kurnaz bir bahadır idi.
Manas'a karşı koyabilecek kişi Kongurbay idi. Eninde sonunda Kırgızların gözdesi Manas, Pekin'e gelecektir. Kırgızların yolunu sadece Kongurbay'ın engelleyebileceğini, Esen Han önceden düşünmüştü.
Han sarayında, Kongurbay Han'ın şerefine büyük ziyafet ve eğlence düzenlendi. Esen han, Alevke han ve Kongurbay han rahipleri içeri almadan üç gün başbaşa konuştular.
Akıllı, tedbirli ve sihirbaz Kongurbay dizginleri eline alıp Çet-Beecin'e geldikten sonra Çin'in bazı bölgelerinde yeni güvenlik tedbirleri aldı. Taştan destek koydurup üzerine yazı yazdırda. Manas'ın geleceği yönlere adam koyup devriye tayin etmenin yanısıra başka bir tedbir de düşündü. Kanatlı kuğu, ördekli gölün bulunduğu yerlere nöbetçi koydu. Yüksek dağlı yerlere kulca (dağ koçu) yı haberci olarak koydu. Düzlüklere, tepelere Esen Han'ın bahçesinde yetişen, insan dilini öğrenen kırk (kulaç) kızıl tilkiyi bekçi olarak yerleştirdi. Manas'ın gelebileceği ihtimali bulunan yola erkek domuzun etine doymayan obur, tanoosu sarpun gibi tek gözlü kör dev Makel'i kırk rahiple birlikte nöbetçi koydu.
Alevke'nin oğlu Kongurbay, kanatlı siyah atına bindi, ona karşılık veren kimse çıkmadı, yeryüzündeki büyük ülke Hakan Çin ile Çin-Maçin'in yarısını yönetti.
Alçak ama dayanıklı duvarı olan, karışık sokaklı Tangşa denen şehirin tam ortasında bütün Çin'in komutanı Sooranduk'un kırmızı tuğlalarla kuşatılmış muhteşem bir sarayı vardı. Pekin'e seyrek gidip gelen Sooronduk, elli dört yıllık ömrünü bu şehirde geçirmişti. Asîl sarayda birkaç hizmetçi rahip, vezir ve tutsak kız yaşıyordu. Sooronduk'un üç eşinden dört kızı dünyaya gelmişti. Buna Sooronduk sevinmemişti. Kızlar çaydanlıktan akan su gibidir, erkek çocuk evin direğidir diyordu komutan. Askerlikten anlayan, kendine destek olacak bir oğlan arzu ediyordu Sooronduk. O, yeryüzündeki diğer ülkelerden falcılar, hekimler ve büyücüler getirdi. Tibet'e kadar adam gönderip çeşitli şifalı bitkiler toplattırdı. Dağ bağrındaki tapınağa gidip mum yakıp altından yapılmış puta diz çöküp arzusunu dile getirip çocuk talebinde bulundu. Hangisinin şifa bulduğunu kim bilir, bir yıl sonra ince bulutlu ortanca eşi Ekzer, hamile kalıp dokuz ay sonra doğurdu. Çocuk doğarken Pekin'de güneş tutuldu, yer sallanıp yarıldı.
Bahadır Sooronduk'un gökten dileyip aldığı erkek çocuk idi. Sevinçten uçan Sooranduk, Pekin'den misafir çağırıp büyük bir ziyafet düzenledi. Akrabaları, dostları pahalı hediyelerle geldiler.
Sooronduk, ziyafete gelen misafirlerden oğluna ad vermelerini rica etti.
Onlar, ordu komutanın oğluna verdiğimiz ad, belki yakışmayabilir diye suskun durdular.
Bir derviş gelip: "Oğlunun adını Almambet koy" dedikten sonra gözden kayboldu.
Almambet küçüklüğünden kabiliyetli çıktı. O, yıl değil gün geçtikçe büyüdü. Çocukluktan beri büyüklerin bilmediği şeyleri öğrenmeye, babalarının geleneklerini devam ettirmeye, esrarlı dünyayı tanımaya, mutluluk ile üzüntüyü anlamaya, zayıfken güçlüleri nüfuzu altına almaya, kötülükten iyiliği bulmaya, çirkinden güzelliği bulmaya yeltendi.
Sooronduk, oğlu sekiz yaşına girdiğinde, onu ileri gelenlerin çocuklarıyla beraber dört yıl hocaya verdi. Almambet iki yıl Köyıkap'ın civarında bulunan Celpinis'teki doksan pınarın gözündeki yetmiş katlı mağarada yatan ejderhadan yay kullanmayı, taktiği, harp ilmini okudu. Ejderde okumak için altı bin çocuk gelmişti, iki yılda sadece altı çocuk eğitimini tamamlayabildi. Alimlerden gök ile yeri aptallık ile akıllılığı, karanlık ile aydınlığı, ruh ile vücudu, akıl ile kabiliyeti, ölüm ile hayatı kavrayıp yaşam ile korkunç dünyanın değerini öğrendi. Bilimiyle kibirlenmedi, bilimde derinleştikçe çınar ağacı gibi yayıldı, alçak, ama sağlam oldu.
Sooronduk, oğluna akıl danıştı:
"Oğlum, on altı yaşına girdin. Gök sana akıl, güç ve hayat verdi. Ben yaşlandım, sen yolumu devam ettir. Alevke, Esen Han ve ben üçümüz anlaştık. Gözüm açıkken nasihatımı söyleyim. Ordu komutanlığını eline al!"
Saygılı Almambet babasının sözünü iki etmeden beyliğe oturdu. Almambet'i tebrik etmek için dünyanın dört bir ucundan hanlar, elçiler bahadırlar hediyelerle geldiler.
Almambet, genç olmasına rağmen söz ile gelen misafirlerin gönlünü alıp, akıllıca tarafsız olduğunu gösterip, onları ustalıkla yolcu etti. Onun ünü uzaklara yayıldı. Diğer hanlıklardan kaçanlar tarafsız Almambet'in himayesine sığındılar, Almambet'in halk arasında sevilmesi bazı hanları sevindirmedi. Çekemeyenler onu Esenhan'a şikayet ettiler.
Adetlere göre, diğer padişahlar, komutanlar da Almambet'i davet ederek teşrifat kurup, saygı gösterip şerefine ziyafet verdiler. Almambet Çin'in ordu komutanı sıfatıyla muhtelif yerlerdeki askeri birlikleri, onların koşul ve ahvallerini kontrol etti. Bir gün Çin padişahı Esen Han, Almambet'i Pekin'e çağırdı. Han sarayının kapısına gelirken Esen Han'ın yiğitleri Almambet'i attan indirip altınla kaplanmış, altın tutucusu olan altın sandalyeye alıp götürdüler. Almambet, han olduğundan beri Esen Han'ın beyaz sarayına ilk kez girişi idi.
Han sarayının tavanı, içi, etrafı, göze çarpan her yeri altınla süslenmişti, yüzünden gülücüğü eksik etmeyen rahip, altın kapıyı açtı.
"Akıllıların akıllısı, yüce Göğün oğlu, bütün Hakan Çin'in komutanı kutsal Almambet müsaade istiyor. Bin yaş yaşayın" rahip kayboldu.
Esen Han'ın yanındaki geniş yenli ipek kaftan giyen beyler, rahipler yere kadar eğilip diz çökerek komutana saygı gösterdiler.
Ejderha işlenmiş sarı kaftan giyen, altın tahttaki Göğün oğlunun yanına Almambet'i çağırdılar.
"Ben göğün oğlu, Çin padişahı! Emrediyorim: Güneş ile ay ışığının ulaştığı bütün bölgelerin askeri birlikleri senin idarendedir. Orduyu ejder gibi helbetli, arslan gibi güçlü olan senin gibi bahadır yönettiği için artık gönlüm huzur buldu. Yüreğin kurt yüreği gibi, gözlerin yılan gözleri gibi olsun" dedi esen Han.
"On bin yıl yaşa Göğün oğlu!" dedi hanın etrafındaki beyler diz çökerek.
Ondan sonra hanın fermanı okundu. Almambet'e altınla süslenmiş ferman kağıdı verildi. Ona ejder sureti işlenmeş altın düğmeli kaftan giydirilip, gümüşten işlenmiş kuşak kuşatıldı.
Çin'in kırk padişahının biri olan meşhur Azizhan, Sooronduk'un kayınbiraderi idi. Almambet Azizhan'ın karargâhında ilim okuyup, hüner öğrendi. İki hanın arasında şımarıklı yapan Almambet'i Çin'in ileri gelenleri, Azizhan'ın oğlu zannediyorlardı.
"Göğün oğlu komutan Almambet'in şerefine insan kurban edilirse kutsal kitaba göre Ğöğe karşı günaha gireceğim. Uğursuzluk gelecektir. İyisi mi bu köleleri elime verin" dedi Almambet Esen Han'a.
"O zaman kanun bozulur" dedi Esen Han.
"Göğün oğlu kanundan büyüktür!" dedi Almambet. "İnsan yerine hayvan kurban etmeye izin verin."
Esen Han Almambet'in sözünü beğenip kurban edilecek olan köleleri ona verdi. Kölelerin yerine domuz yavrusu kestiler. Han sarayındaki tutuk beyleri, askeri komutanlar, şehirin büyükleri, ulema ve rahipler Almambet'in davranışını beğenmediler.
Esen Han, Almambet'e han sarayından yer tahsis edip dinlenmesi ve askerini sayması için altı gün izin verdi.
Esen Han'ın danışmanları ona bir ağızdan şöyle dediler:
"Yüce Göğün oğlu, yeni komutanınız biraz farklı, iyi niyetli görünmüyor."
Tecrübeli Esen Han farkettirmeden Almambet'e gözünün ucuyla dikkatlice baktı. Almambet kargaşa ve karışıklıklara dayanabilecek karakterde, tuttuğunu koparan, tuttuğu yerden kan çıkaran, baktığı insandan canını alan alp idi.
Han sarayının rahip başı Almambet'e şöyle buyurdu:
"Yüce Göğün oğlu, on bin yıl yaşasın! Onu yaşatmak bütün Çin'in görevidir, komutan bunun da gamını yer. Bu görevi sen yerine getireceksin." dedi rahip başı.
"Nasıl?" dedi Almambet.
"Göğün oğlunu güzel yemekler ve ilaçlar ile emin edeceksin." Dedi rahip kurnazca gülümseyerek.
"Ben olmadan da geniş Pekin'de yemeğin her türlüsü bulunur, üstadım. Şifalı bitkiler Tibetten çıkar." dedi Almambet.
Rahipbaşı, Almambet'e sırıtarak şöyle dedi:
"Yemek ve bitkiden başka ilaçlar da var" dedi rahipbaşı Almambet'in omuzuna elini koyup "O ilaç, binden biridir, hanı gençleştiren genç adamın ciğeridir."
Almambet, rahibe şaşkın şaşkın baktı.
"Evet" dedi rahipbaşı sözünü devam ettirerek "Göğün oğluna genç erkek ve genç kızın ciğerini ezip yılda dört defa ilaç olarak veriyoruz. Genellikle ciğerleri Çin sınırındaki "vahşi" kölelerden, tutsaklardan alıyoruz."
"Bunu Esen Han biliyor mu?" dedi Almambet.
"Göğün oğlunun on bin yıl yaşaması lazım" dedi rahip uzun uzun düşünerek, "Sizin şerefinize kurban edilecek altmış kişinin ciğerini alacaktık. Onları siz azat ettiniz."
"Göğün oğlu insan ciğeri yerse, halkın hanı olmaya hakkı var mı?"
"Var" dedi rahip "Çünkü Göğün oğludur o, ciğer bulmak sizin göreviniz".
"Ben Göğün oğluna saygılıyım! On bin yıl yaşasın! Ama onun insan ciğeri yemesine karşıyım. Ben bunu kendisine söyleyeceğim" dedi Almambet.
Altı gün içinde Almambet'i çekemeyen beyler, vezirleri kışkırtıp onu Esen Han'a şikayet ettiler.
Genç komutan dik kafalı biriymiş, âdetlerimizi bozuyor. Göğün oğluna diğerleri gibi iyi dileklerle yere eğilip diz çökmüyor. Niyeti bozuğun ta kendisidir. Bu gözünden de okunuyor. Ona zehir verip biran önce ortadan kaldıralım" dedi basiretli kişiler.
"Çocuk, han soyundandır. Komutan Sooranduk'un oğludur. Ona ne diyeceğiz. Solobo köklü halktır. Yarın, öbür gün kan davasıyla düşmanlaşmayalım! Bırakın kuşkulanmayın ondan".
"Söylemek bizden, icraat sizden. Sonra kötülük görmeyin" dedi basiretli kimseler nazlanıp susarak.
Almambet bütün Çin'in ordu komutanı olup altmış günde yorgun, bitkin, suratı asık bir halde Tangşa şehrine, kendi sarayına ulaştı.
Bir kere daha Sooranduk oğlu Almambet'e yakındı :
"Kocadığında mızmızın arzusu bitmek bilmiyor deme. Çet Beecin hanı Alevke'nin oğlu, Kongur babanın yaylası olan Kan-Caylak'ın eline geçirmiş. İkiniz bir yerde, bir alimde okumuştunuz. Birbirinizin sırrını biliyorsunuz. Kendini bilmeyen Kalcadan yaylayı geri al, ya da cezasını ver".
Almambet kılceyren atına binip Kongurbay'a gitti. Kangay'a tanılan Kongurbay altı bin askerle bin beyi idare ediyor, pamuk belbağı kuşanmış geniş çizme giymiş gururla yürüyordu.
"Kongurbay, sözümü dinle. Babacığım Kan-Caylak'ını kendine geri ver. Büyüklük edeyim deme" dedi Almambet.
"Soorunduk'un piçi saçmalama! Orası babam batıya gitmeden önce bizim yer idi, geri aldık" dedi Kongurbay.
"Geri ver yeri. Yer Sooronduk'undur. Esen Han'a şikayet edeceğiz!"
"Hey, sen nereden çıkan hakemsin? Bunun ciğerini çıkarıp Esen Han'a hediye götüreyim!" dedi Kongurbay fırlayıp.
Bunu işiten Almambet sabrı taşarak sırlı mızrağını uzatıp haykırarak Kongurbay'a hücum etti. Onun ejder gibi heybetinden korkan Kongurbay, şaşalayarak Algara atını kamçılayıp kaçtı.
Almambet peşinden yetişip Kongurbay'a vurdu. Kongurbay'ın Algarası tuynağı dayanıklı, tulpar gibi hızlı koşan bir at idi. Almambet ona ulaşamadı.
Kongurbay kaçıp dosdoğru Esen Han'a gitti, diz çökerek şöyle şikayet etti:
"Ey, Göğün oğlu, on bin yıl yaşayın! Sooronduk'un oğlu Almambet bana mızrak vurup kanımı akıttı. Ocağımızdan çıkan düşman oldu. Esen Han'la ikimizin kökünü kazıyacağım! Bahçenizi çiğneyip, tahtınızı mahvedeceğim" diyor. Onun niyeti kötüymüş Kırgızlara kaçmayı düşünüyormuş" dedi. Böylece Kongurbay başkalarından önce Almambet'i şikayet etmiş oldu.
Hanın danışmanları ve rahipleriyle Kongurbay'ın söylediklerinin bir yerden çıktığını anlayan Esen Han, Almambet'e öfkelendi.
"Bu nankörün başına kötü adımız çıkmasın, kendi babası askerleriyle gebertsin" dedi Esen Han karargahında hüküm çıkarıp.
Esen Han hükümü imzalayıp, mühürleyip adamlarıyla Sooronduk'a gönderdi.
Han sarayına Almambet iki gün geç geldi. Şikayeti vardı. Esen Han Almambet'i kabul etmedi. Bu hanın gazabına uğrayanlar için uygulanan kaide idi. Han Esen Han kabul eder umuduyla Almambet karargahın kapısında yedi gün bekledi.
Yedinci gün karargahın içindeki Almambet'e gönlü yakın Burulça denen kız, Almambet'e gizlice sır verdi.
"Almambet, benim sende başka yakın adamım yok. Esen Han buyruk çıkarıp seni Tangşa'da öldürmek istiyor. Eline kelepçe vurup hendeğe koyacaklar, ya da kaçak diye bir bahaneyle darağacına asacaklar! Gidecek yerini, sığınacak halkı şimdiden düşün. Annem Türk kızı idi, ben sana yar olacağım, yedi yıl bekleyeceğim. Gelmezsen canıma kıyarım." Burulça ağlayarak Almambet'le vedalaştı.
Almambet Tangşa'ya, babasının karagahına döndü.
Öfkelenen Almambet Sooronduk'e şöyle dedi:
"Babacığım, Esen Han'a güveneni Tanrı vurur. Esen Han ile Kongurbay'a ne yapacağımı bilirim".
Sooranduk şimdi Tanrı'ya karşı değişmişti. Oğlunu gördüğünde ayı gibi bağırıp Almambet'e atıldı.
"Öyle kötü konuşma! Ulu Göğün oğlunan karşısında beni utandırdın".
Almambet babasının fenalığını görüp bir gün bir gece uyumadan düşündü, çubuk gibi kıvrandı, sonunda bir karar vardı. Burada kalıp ne yapayım? Çin bana göre değil, Kırgızlara gideyim". Düşüncesini sadece annesi Ekzer'e söylemek istedi.
Günlerin birinde canı sıkılan, ama içindeki acıyı kimseye söylemeden ızdırap çeken Almambet ava çıkarsam rahatlarım diye yiğitleriyle Aral denen yere vardı. Etekleri ormanlık olan Aral dağına yerleşip av avlayıp eğlence düzenledi.
Almambet, ormanın kenarı boyunca kaçan karacayı canlı yakalayacağım diye takibeder. Karaca ormana girip açık alana çıkar. Almambet karşısında atlı adamları görür. Demin kaçan karaca atlı kırk adamın yanına doğru gelip silkinerek adam kılığına girer.
Almambet ejderden iki yıl büyücülük okumuş idiyse de böyle kerameti ne işitmiş ne görmüştü. Almambet'in ağzı açık kaldı. "Siz kimlersiniz, yiğitler? Nereden çıkan ruhlarsınız?" dedi Almambet.
"Hoş geldin. Biz kırklarız. Türkün, Kırgızın hakiki bahadırlarının koruyucu pirleriz. Tanrının emriyle sana hayırlı birliği iletmek için geldik! Senin barınacak yerin Altay'dır. Sağ olasın!" kırk atlı böyle dedikten sonra göz kapayıp açıncaya kadar kayboldular.
Almambet geri dönerken etrafı deminkinden daha güzel göründü. Doğanın bu güzelliğini önce farketmediği için eseflendi.
Doğanın hayret verici bu güzelliği karşısında Almambet'in kalbi çarpıp, vücudu gevşedi, gözün ulaşamadığı ufuklara kadar ulaşabilecek derecede yüksek sesle şarkı söylemek istedi. Göklere yükselen dağlar üzerinden, akan sular üzerinden kuş gibi uçmak, bulutlar gibi yayılmak istedi.
Almambet doğayı merakla, hayranlıkla seyrederken gözüken dağın kenarında insan karaltısı farketti.
Almambet avcılara yol sorayım diye onlara doğru hareket etti. O evvel atlı, elinde iyi kapan kuş tutan, silahlı, geniş göğüslü, kabusundan ata binen adama vardı
Almambet görse de görmemezlikten gelip kımıldamayan, kıl takkeli kızıl perçemli adama öfkesini basarak "kaoma" diye selam verdi. Adamdan ses çıkmadı. Almambet atlıya tekrar selam verdi. Adam in mi, cin mi olduğunu söylemedi. Almambet sinirlenerek bulut gibi bozulup, arslan gibi atılarak adamın üzerine yürüdü.
"Hey sen nereden çıktın terbiyesiz şey? Adet bilmeyeni yer yutsun! Selam verilince kabul edilmediği nerede görülmüş?"
Atlı cevap verdi:
"Bu geniş dünyada aç kalmış gibi domuz avlayıp terkilerine bağlamışsın! Senin iyi âdetin bu muydu? Canlıları öldüren, domuz eti yiyenlere selam verilmez adetimizde..."
"Niçin domuz eti yeme diyorsun? Gördüğünü göster, bildiğini anlat bakayım. Yoksa ben kendi bildiğimi yapacağım" dedi Almambet patlayarak.
"Er Almambet, sinirine hakim ol, buraya gel!" Adam alandaki yüksekçe bir yere basıp atından indi ve elini salladı.
Almambet de atından indi:
"Bahadır biz ilk kez görüşüyoruz, beni nasıl tanıyorsun?" dedi Almambet.
"Bahadır, yiğidin yüzü gözü kendindedir, ama sözü, ünü yiğitliği uzaklardadır, halk arasındadır. Senin hakkında duydum. Seni göz önüne getirmeye çalıştım" dedi Kökçö.
"Sen basit bir asker değilsin" dedi Almambet.
"Köküm Türk, neslim Kazaktır. Aydarkan'ın Kökçösü benim, bahadır. Avlanıyordum. Heybetini, çehreni görüp, elbisene bakıp, söz ve hareketlerine bakılırsa Çin yiğidi Almambet'e benziyorsun."
"Doğru bildin" dedi Almambet.
Onlar acayip derecede geniş yayılan dağların üzerinde, tepenin zirvesinde oturup terkideki kuş etini yiyip, kaptaki kımızdan yapılmış şarabı içip uzun uzun konuştular.
Bahadır Almambet Esen Han ve Kongurbay'la olan ihtilafını, memnuniyetsizliğini Er Kökçö'den saklamadan anlattı.
"Ben bütün ahaliden değil. Gözü dönmüş hanın davranışından, yaltakçı beylerden, iftiracı rahiplerden, kurnazlardan, gene beni anlamayan babamdan memnun değilim. Onlar putlara tapındıktın sonra pâk insan olmaları gerekirdi. Her halde bu putlarının elinden bir şey gelmiyor.
Ben ona tapınmıyacağım, vazgeçtim ondan. Babam gibi, Esen Han gibi, beyler gibi olmak istemiyorum. Türklerin, Kırgızların âdetleri dilleri, ruhu dürüst halk imiş, bana yakın geliyor. Beni Türk oğlu, Kırgız yapın. Ben buna zorla değil, Tanrıyı yüreğimde hissederek, hayır dileğimle gireyim. Bunu babama, anneme anlatacağım, hakikati söyleyeceğim" dedi Almambet.
"Söyle bakayım, baban Soorunduk anlar mı seni? Kendine zorluk çıkarıyorsun. Burada kararını verip bizimle gitseydin" dedi Kökçö.
"Günahkar gibi saklanarak kaçmayacağım! Halka, baba anneme söyleyeceğim! İzin verirse benimle gelecekleri can yoldaş edinip götüreceğim! Tesadüfen söylediğim ayda gelemezsem, bizim dine girdi diye, bizden biri diye gereğini yap" dedi Almambet.
Almambet'in sözüne Kökçö inandı.
"Bahadır, Allah teala yardımcın olsun, uzun yolun açık olsun! Çabuk dön!" dedi Kökçö.
"Doksan güne kadar bekle" dedi Almambet.
İki yiğit bulat kılıçlarıyla ellerinden kan çıkarıp, kılıcın tığına kan sürüp göğüslerini değdirerek vedalaştı.
Almambet yedi gün sonda Tangşa'ya geldi. Sooronduk'un sarayı karışmıştı. Sooronduk, Almambet'i koruyan askerleri Almambet'i kaybettiniz diye suçlayıp zindana atmıştı.
Almambet gelir gelmez Kökçö'ye rastladığını, Türklere gönül verdiğini, onlara gideceğini annesi Ekzer'e anlattı.
"Canım anne dinle. Gülistanım kurudu. İnsanlar birbirine girdi. Gülistanlı halkım horlandı. Esen Han'dan gönlüm soğudu. Dört erdem tükendi. Kalırsam sadece kendi başımı değil, seni de derde sokacağım. Aksütünü helal et, sağ olursam dolaşıp gelirim. Ölmezsem haber veririm. Batıya, Türklere, Kırgızlara gideceğim. Sağlıcakla kal anneciğim!"
Ekzer, oğlunun sözü üzerine çığlıklar atıp kendini ateşe atan kelebekler gibi dövündü...
"Sözünü benden başka insan duymasın! Bunu babana da söyleme, Kırgızlara da gitme. Sözünden dön. Baban ile beni kendi elinle gömdükten sanra git" dedi Ekzer gözyaşını yağmur gibi dökerek.
Almambet annem beni bırakmayacak herhalde, babam anlayış gösterip yiğitçe davranabilir diye Sooronduk'a vardı. Babasının etrafında büyükler ve danışmanlar oturuyorlardı.
Toplananlar Almambet'e saygı gösterip ayağa kalkıp sonra diz çöktüler. "On gündür Çin sınırındaki bütün hanlara haber gönderip seni bulamadık."
Gök korumuş, neyse başın sağ imiş.
"Baba ben Türklere, Kırgızlara uğrayıp, dost edinip geldim!"
"Bu ne saçmalıyor? Cin çarpmış bunu. Bu benim oğlumun sözü değil." Dedi Sooronduk. "Ezeli düşmanımız Kırgızlardır. Onlarla mızrağın ucu, kılıcın tığı ile konuşmak gerek."
"Beni dinle baba! Ben Türklerin ve Kırgızların dinine girdim, baba. Onlar dürüst sözlü, temiz kalpli, edepli, ahlaklı, yiğitleri namuslu, dindar, ilim ve irfan sahibi halk imiş."
"Kapa çeneni! Oğlum tamamen değişmiş! Esen Han boşuboşuna bunu komutanlıktan alıp zindana atın dememiş. Ben bunu Esen Han'a ulaştıracağım, kendi elimle geberteceğim. Cinini çıkaracağım! Kimse engel olmasın!" dedi Sooronduk yanındakilere. Sooronduk kılıcını çıkartıp oğlunu kesmeye yeltendi, Almambet babasının bileğinden tutup elini silkti. Kılıç yere düştü.
Almambet hemen kılıcı alıp, üzerine gelenleri gebertip karargahtan çıkarak direğe bağlanan alına bindi.
Öfkelenen babası sarayı sarsacak kadar bağırıp çağırdı. "Yakalayın! Öldürün! Gebertin!" diye bağıran Sooronduk'un sesi şehirde yankılandı.
Almambet sabaha karşı yedi geri nişan edinip sağa sola bakmadan yola koyuldu.
Sooronduk oğlunun peşinden, onu takibettirmek için asker gönderdi. Esen Han ve Batıdaki hanlara mektup yazıp, güvercinlerle gönderdi.
Erkesi gün han sarayına bir güvercin mektup bıraktı diye Esen Han'a küçücük bir kağıdı verdiler. Kağıtta şöyle yazılıydı: Bugün sabaha karşı Sooronduk'un oğlu Almambet Kırgızlara kaçtı. Batı yönüne doğru gidiyor.
Bunu okuyan Esen Han öfkelenip saçlarını yolarak vahşi haykırışlarla bağırdı.
"Kaçak Almambet'i elime canlı ulaştırın! Ya da başını kesip getirin!" diye bütün Çin'e buyruk çıkardı.
"Biz önceden söylemedik mi, çocuğun niyeti kötü, başa bela olacak diye, ulu Göğün oğlu!" dedi rahipler sevinerek.
Yakasız zırh gömleği, nalsız çizme giyen, ince bıyıklı geniş yüzlü, kızıl gözlü memur Kongurbay başta olmak üzere Bahadır Neskara'yı ve Büyük Yoloy'u kalabalık askerle takibe gönderdi Esen Han.
Kongurbay'ın askerleri Almambet'e beş günde ulaştılar.
Karınca gibi kalabalık asker Almambet'i uzaktan kuşattılar. Kuvvetten düşen Almambet sıra sıra gelen askerlere tek başına karşı koydu.
Bahadır kapının önünde bekleyen Kongurbay'a oktan önce ulaşıp böbreğini yumruklayarak geçti. Kongurbay atından düşmek üzereyken arkadaşları onu kurtardılar.
Almambet gerçek bahadırlığını şöyle gösterdi ki, sağa sola bakmadan kalabalık içine girip kılıcıyla mızrağıyla nice yiğidin canına okudu, bazılarını attan devirip kellelerini elma koparır gibi kopardı, askerleri kuşlara saldıran atmaca gibi kovaladı.
Almambet hiç uyumadan yedi gün yedi gece savaştı. O karşısına çıkan Çin hanı Neskara, Kalmuk hanı Coloy ve onların yanındaki pehlivanlar ile tekbaşına dövüşüp pek çoğunu safdışı ederek kalabalık orduyu alt üst etti.
Bir anda atı kılceyren tulpar halsizlenip sendeleyerek bir çukura düştü. Almambet bu sırada eyerinden bir yana sarktı, üzengiden ayağı kaydı. Bunu farkeden Alevke'nin oğlu Kongurbay atını kamçılayıp kükreyerek kuş gibi saldırıya geçti. Almambet yardıma yetişecek kimse olmadığı için hayatından umudunu kesmişti. Göz kapayıp açıncaya kadar Almambet'e Gök yardım etti. Kızıl perçemli mızrağı olan biri doğruca Kongurbay'a saldırıp, onun atına mızrağını sapladı. Kongurbay'ın tulparı kuvvetten düştü, Kongurbay hayatından umudunu kesip telaşla aşağıya doğru kaçtı.
Almambet "Bana yardım eden hangi yiğit acaba?" diye dikkatle baktı ki annesi Ekzer'i gördü. Zavallı anne doru kısrağa binip, erkek kıyafeti giyinmişti, yumaklanan siyah saçları tepesine düşmüştü. Biricik oğluna yardım etmek için, onsuz nasıl yaşarım diye düşünüp, eline mızrak alarak oğlunun peşinden gelmişti. Yerinden kımıldamayan arslan kah annesini dağa benzeterek, sevincinden kabına sığmıyordu, kah miskin annesine acıyordu. Almambet annesini gördükten sonra daha da cesaretlendi. Soğuksuyu geçip, dinlenen atına binerek Kongurbay'ı takibetti. Kongurbay'ın dört ayaklı kuş gibi uçarcasına koşan kara atına Almambet yetişemedi. Kaçanların arkasından kovalayan Almambet yakaladığını sağ bırakmadı.
Almambet kaçanların arasında kuşluk vaktindeki gölge gibi hareketsiz duran askeri görünce, önce onu gebertmek için arkasına mızrak vurdu. Üzengiden butu kayan asker başını çevirdi. O, Almambet'in babası Sooronduk idi. Onu gören Almambet'in vücudu deprem olmuş gibi sarsıldı.
"Sen miydin baba, sağ kal!" diye mızrağını çekip, kılıcını kınına soktu. Utandı mı ya da sinidlendi mi bilinmez atının boynuna asılıp, ocağına su basmış gibi elinden kuşunu uçurmuş gibi ezilip büzülerek üzüntü içerisinde atını geri çekti.
Almambet sinirlenerek yürürken çukurda annesinin bindiği doru kısrağın boş olduğunu gördü. Almambet'in kalbi çarpıp, dağ gibi atı sallandı. O uçarcasına koşup kısrağı yedeğe alarak "Asil Ekzer anneciğim." diye geniş sahrada yankılanan sesiyle bağırmaya başladı.
Annesinden ses çıkmadı, nerede olduğu bilinmiyordu.
Davul çalan kalabalık Çinli'nin Ekzer'in cesedini katıra yükleyip, Pekin'e doğru götürmekte olduklarını gördü Almambet. Tozu dumana katarak onlara yetişip annesinin cesedini kurtardı.
Sahrada, Almambet sırlı mızrağını yere vurup, gözlerinden yaş dökerek, kemikleri sızlayıp üzüntüden halsizlendi.
Bu sırada düşman, Almambet'i dört tarafından kuşatmış sel gibi geliyordu. Almambet atını gerip çekip Çinlilerle savaşsam, zavallının etlerini akbabalar yiyecek, gözlerini oyacaklar diye eğilerek annesinin cesedini belinden tutarak doğru kısrağa yükledi. Takibedenleri atlatıp ormana girdi. Annesinin cesedini yüreği sızlayarak büyük bir acı içinde toprağa verdi, üzerine büyük bir taşla işaret koydu.
Şafak söküp yeryüzü aydınlandı. Almambet gitmek istedi ama, güneşi orman, düzlüğü düşman örtmüştü.
Almambet, dindar biri idi, bir fırsatını bulup bu sıcakta dağ deresine dolu yağdırdı, ormana sel bastırdı, düzlüğü kara dumanla örttürdü.
Kılceyren'e binen Almambet güpegündüz yağmurdan kaçan askerler arasında dolaşıp atlarını beraberinde sürerek ormandan çıkıp Altay'ın yolunu tuttu. Tam on bir gün yol yürüdü.
Kökçö ile vaatleştiği günün üzerinden altmış gün geçmişken yoldaşlarıyla atlanan Kökçö "Almambet verdiği sözü tutacak, dost için ateşe girecek, namus için canını verecek bahadır sözünden dönmez, vaatleştiğimiz yere gelmişti" diye gök nehirin kıyısını takibetti. Öğlen olduğunda kenardaki dağ yolunda toz duman çıktı. Kökçö dikkatle bakınca kanlı atları sürerek gelenin Almambet olduğunu gördü.
Güz aylarının sonunda Er Kökçö Almambet'i babası Aydarkan'ın avuluna götürdü. Aydarkan, mal ve servete düşkün biri idi, o altı yüz atı arasında küçük bir kısrağı bulup kesti.
Almambet Kökçö'nun karargahındaki birinin evinde barınıp, dokuz yıl bekar yaşadı. O halkın sefil yaşamına acıyıp, bir yararım dokunsun diye, Moğolların, Tırgotların, Kalmukların atlarını, sığırlarını ve develerini getirerek yoksullara paylaştırdı. Yılda üç dört kez at getirip fakirin karnını doyurdu, yoksulu zengin kıldı.
Almambet âdiliği, dürüstlüğü, samimiliği ile obacakta değer kazanmaya başladı. Zavallılar, fakirler, şikayetçiler, kocasından boşananlar önceki gibi baylara ileri gelenlere, efendilere, beylere değil, bu belalı gaddar Çinli Almambet'e gelmeye başladılar. Almambet herkesin şikayetini, derdini dinliyordu. Kimsenin servetine, zenginliğine, şöhretine bakmıyordu. Herkesle yüzyüze konuşup, davanın köküne iniyor, kavgayı yatıştırıp meseleyi adil bir şekilde çözüyordu.
Kazakların, daha önceleri adillik taslayan bilgiçleri, hakimleri maslahattan, hakimlikten, ganimetten mahrum kaldılar. Bir defasında ileri gelenlerden altmış kişi bir araya gelip anlaştılar. Hile düşünüp, kendilerinin Almambet'e denk gelemeyeceğine kanaat getirdiler. Kardeş gibi birbirine yakın olan Kökçö ile Almambet'in arasını açtılar.
"Nazlanan güzel Ak-Erkeç namussuzluk edip yanına erkek aldı. Kadın erkeğe düşmandır. Babasını, askerlerini öldüren bu Çinli sana acır mı, Almambet seni öldürüp tahtına oturup Ak-Erkeç'' almak istiyor, onu ortadan kaldır" diye hep birlikte bir masal uydurup Kökçö'yü sarhoş ederek Almambet'e karşı çıktılar.
Kadınlara düşkün, safdil ve kaba olan Kökçö, mümtaz beylerin necis dedikodusuna inanarak Almambet'i kalabalığa öldürtmek isterken bahadır kılıcını çıkarıp kendini korudu, bir kaçını yıkıp ölümden kurtuldu.
Öfkelenen Almambet'e beyaz sarıklıların akıllısı, ipek elbise giyen güzel Ak-Erkeç ağlayarak şöyle akıl verdi: "Yolda Kırgızların bahadırı Manas'a uğra, senin kıymetini bilse bilse o bilir, sözümü unutma."
Karargahtan giden Almambet epey yürüdükten sonra "Kökçö sarhoşluğundan bana bunu yaptı, kendine gelip gerçeği öğrenirse peşimden adam gönderir" diye pek uzağa gitmeden savaş atı olan Kılceyren'i otlağa bıraktı, yollara bakıp bir gün yattı, iki gün yattı, üç gün yattı. "Kökçö değişmiş, niyeti bozulmuş" diye dertlenip ondan umudunu kesen bahadır Almambet atının başını sahraya çevirdi.
Hazret dağında. Ahşap dairesi ardıç ağacıyla tutturulmuş, sırıklarının ucuna kırmızı çuha geçirilmiş, kenarları deyilde kumaşından yapılmış, beyaz çuha ile kaplanmış, işlenmiş ipekle örtülmüş, sırıkları ve duvarları otuz çeşit boya ile boyanmış Karabörk'ün, adetlere göre yapılan on iki kanatlı beyaz çadırında uyumakta olan Er Manas rüya görüyordu.
Manas uyanıp "gece gördüğüm rüya iyi değil. Bunu halka anlatıp yordurayım" diye Kırgızlara haber gönderdi. Kırk gün sonra haber ulaşan yerlerin hepsinden halk geldi. Ya düşmanını yenememiş, ya da hanımı erkek doğuramamış, durup dururken ziyafet vermesinin anlamı nedir? Diye Manas'ın davranışına şaşıranlar oldu.
Manas at kestirip eğlence düzenleyerek ziyafet verdi. İnsanlar dağıldaktan sonra karargahına aksakallıları, bilgiçleri, ileri gelenleri, halkı yöneten beyleri, kırk çorasını çağırıp onlara karın yağı, yele altı yağı yedirip, şarap içirdikten sonra rüyasını anlattı.
"Sevgili halkım, size söyleyeceklerim var, yormanızı istediğim bir rüya var. Gece bir rüya gördüm, rüyamda Ak-kula'ya binip, cebe giyip yol yürüyüp sükunetle geliyordu, karşıma tığı altın, sapı bakırdan olan kırmızımtırak bir kılıç rastladı. Ganimeti elime alıp havaya salladığım zaman vızıldayan bir ses çıktı, keskin olup olmadığını denemek için ev kadar bir taşa vursam, taş et gibi kesilip ikiye ayrıldı, kılıç yere saplandı, kılıcı kuşanıp geliyordum, sağ tarafımı ağır hissettim, baktım ki, deminki kılıç arslana dönüşmüş. Tepeye çıktım, arslanın heybetinden hayvanların hepsi boyunlarını uzatıp eğildiler. Yine yürürken, arslan bir anda atmacaya dönüşüverdi. Beyaz atmaca gökte öterken, bütün kantatlılar yerde korkudan titriyordu. Kuyruk ve başı parlayan beyaz kuğudan beyaz tüyü var, alp kara kuşunun heybeti var; kuşu elime kondurup geliyorken uyandım. Millet, bunun anlamı nedir? Rüyamı yorunuz..." Manas, kıymeti pahalı kaftanı askıya iliştirip kapı söğesine dayanıp başını oturanlara çevirdi.
Böyle zor anda halkı kurtarıp, ihtiyacı karşılayan akıllı ve yenilmez Acabay oldu.
"Bahadır işlerin düzelecekmiş, hayırlı rüya görmüşsün. Tanrı sana eşdeğerini verecek, Çin'e şerefini lekeletmeyen Er Almambet sana gelecekmiş. İşittim ki, Sooronduk'un oğlu Kazaklara gelip, birkaç yıl kalmış, ama pehlivanlarıyla anlaşamamış. Kökçö'ye darılmış. Çelik tığlı, arslanların arslanı, bahadırların bahadırı olan Almambet sana gelip katılacakmış. Sana destek olacakmış. Rüyadaki işaret Tanrının sevdiği kişilere verilir."
"Kimse seninle boy ölçüşemez, talihine kimse konamaz Acıbay ağa! Beylik kaftanı sizindir!" Bahadır Manas düşündüklerini iyiye yoran Acıbay'a memnuniyetini ifade ederek altı bin aileye bey olduğunun işareti olan kıymette pahalı kaftanı giydirdi.
"Rüyan gerçek olsun!" dedi oturanlar Tanrıya sığınarak.
Halk memnun olup ziyafetin keyfini çıkardıktan sonra evlerine döndü.
Ondan sonra yaz geçti, güz geçti.
Manas'ın karargahında altı yıldan beri kötülükten haber veren davul çalınmamıştı. Bugün davul çalındı.
"Altı yıldan beri Manas tırmanacak dağ, savaşacak düşman bulamadığı için canı sıkıldı galiba, toplanalım, ziyafet yapmak için Manas'tan izin istiyelim" diye durdu halk.
"Bahadır Manas, bizim yapacak işimiz nedir?" dedi kırk çoranın başı kırgıl gelerek.
O zaman Manas şöyle dedi:
"Bahadırlar beş aydan beri yer altı yağı, karın yağı, sucuk yiyip, şarap ve kımız için eğlenip yattınız. Kılıcınız paslandı! Tazınızı yağ bastı. At semirip doldu, atlanacak zaman oldu. İyisi ava çıkalım! Tadını çıkaralım!".
Bugün Manas'ın yiğitleri yağma için hazır bulunan seçkin tulpar (at) larını esirgeyip, ziyafetlerde bindikleri toburçak koşu atlarına bindiler, bazıları kazan aşı özledik diye atlanıp düşman yerine av, gece yerine tan arayıp çıktılar.
Manas iki gün ara vererek doyasıya eğlendi, pek çok geyik avlattı. Bu yetmiyormuş gibi doğuya doğru yürüye yürüye on beş gün yol gittiler.
Bahadır Manas yüksek dağlarla çevrili, sarı deredeki ufak tepelere, ördek ve kazlara, at ayağı değmemiş otlara, akaduran pınarlara, hayvanları bol olan Talas'a merak salıp, buraları tam karargah kurulacak yer imiş diye çok beğendi. Ceylanı koyun sürüsü gibi fazla olan geniş havzaya karargah kurup satranç, toguz korgol (bir oyun), toptaş, aşık oynatıp altı gün eğlendi.
Yiğitlerin hepsi çılgınca eğlenirken Er Manas rahat uyuyamadı, gönlü eminlik bulmadı, bir gök çadıra giriyor, bir dağa çıkıyordu, kalbi çarpıp, yer bakmaya giden yiğitlerini gözetliyordu.
Dağ eteğine çıkan kurt gibi yolda bir karaltı gözüktü. Bindiği at, boynu bir kulaç olan değişik bir tulpar idi, kendisi geniş göğüslü, geniş omuzlu, yay kuşanan, sadağı öküz beli gibi dağa benzer bir alp idi. Yaklaştığında gördü ki, o endamıl, başına hanlarınki gibi altın işlemeli kalpak giyen, başında kıymetli taş bulunan, insandan farklı heybeti olan, tuttuğunu koparan ölümden çekinmeyen, bahadırlık boynuzuna sahip bir yiğit idi.
Manas onu gördüğünde rüyamda görünen "Sevgili Er Almambet işte odur" diye tahmin etti. Dosta susamış gibi aceleyle yanına gitmekten çekindi. Onun gerçek yiğitliğini deneyeyim, kurallara göre iş göreyim, halkın adetini göstereyim diye Almambet'e gözükmeden dereye girdi.
Manas gök yayvandaki eğlencenin keyfini çıkaran arkadaşlarını yerinde bırakıp su kıyısındaki altın sadaklı beş bahadırına Almambet'i gördüğünü söyledi.
"Belindeki bağ gibi beş bahadır, sözümü dinleyin. Aşağıdan gelmekte olan kimse Almambet'e benziyor. Onu kuşatıp farkettirmeden yaygara edip ona saldırın, gerçek bahadırlığı o zaman bilinir. Yiğidin yüreğini deneyelim" dedi Manas.
"Hey, onu öyle şımartmayalım, Kazaktan kaçan Çinli'yi beşimiz bağlayıp gelemezmiyiz" dedi Sırgak.
"Bırak şimdi, kendini dev mi sanıyorsun Sırgakcığım. Akıllı iş yapalım. Benim gördüğüm Almambet, eğer gerçekten o ise tabiatı, heybeti arslan gibidir. Ona kötü muamele edip utandırmayalım? O çocukluğundan beri Çin'in köklü âdetlerine alışmış başı dertte olan, barınacak, yeri, sığınacak halkı, dayanacak dağı olmayan yalnız arslan gibi dolaşan garip, şaşkın bir bahadır. Ona ele konan kuş gibi iyi davranıp cana dost, direk edinelim. Ona adetlerimizi, liyakatımızı gösterelim. Değerini bilelim. Askerlerin birliğini, davranışını, yiğitliğni cesaretini görsün! Görüp memnun olsun! Alaya almıyalım! Disiplinsizlik etmeyin, sır vermeyin, askerlerimizin birliğini, çevikliğini, bahadırlığnı gösterin. Emrimi yerine getirmeyenin kanını dökeceğim."
Beş bahadır dağ deresini takibederek yola koyuldular.
Bu sırada beş bahadır birden bire tüfek atıp, davul çalarak, dereden çıkıp Almambet'e saldırdı. Almambet bunlar haykırışına çil yavrusu kadar bile değer vermedi, gerçekten kurşun yürekli, fil bilekli bahadır idi; kımıldanıp arkasına bakmadı bile. Yöneldiği taraftan sapmadan aç arslan gibi ulayıp, mızrağı belinde sallanıp, sağa sola bakmadan bastırıp gelmesin mi! Az önce bağırıp çağıran, hep birlikte saldıran, yiğitlik taslayan beş delikanlı Almambet'in heybetinden çekindiler, dilleri tutulup, kurda rastlayan köpek gibi sustular. Silahlarını yavaşça indirdiler, alaya kaldılar, sadece selam verdikten sonra sıraya girip durdular.
Bahadırlık taslayan Sırgak şimdi Almambet'e yol başlıyordu.
Almambet dört tepeli gök çadıra yaklaşırken karşısına birçok dil bilen akıllı Acıbay çıkıp atının dizginini tutarak konuşmaya başladı.
"Büyük olsan da alçak gönüllü ol bahadır, sözüme kulak ver. Tanrının emriyle Kırgızların mukaddes topraklarına, hanın kapısına rastladın. Böyle gaddarlık etme, halkımızın adetlerine göre davran. Hanımız nehirde kan akıtan sert tabiatlı bahadır, bizi cezalandırmasın, canımız sağ kalsın. Attan inde hürmetle hana selam er..."
Hakan Çin'de hanın huzurundaki âdetleri öğrenmiş, ayrıca Türk hanlarının köşkünde bulunmuş Almambet atından inip, han çadırana gelip, hürmetle selam verdi Manas'ın amcası Bakay'la el sıkıştı.
Kırgızlar, âdetlerine göre sarı altın ruhlu kaseyle kımız alıp geldiler. Almambet fincanı veren yiğide "evvel amcama, büyüklere sun" diye Bakay'ı gösterdi. Bizim adetlerimizi biliyormuş diye oturanlar şaşırdılar.
Bakay kaseye dudağını bandırıp büyüklük işaretini yaptı. Ondan sonra Almambet fincanı eline aldı. Nice günler aç kalıp dudakları kuruyan Almambet açlığını bildirmemek için, azıcık içmişti, kımız midesini yakmış olmalıdır ki, kamburlaşıp ter içinde kaldı, sonra başını kaldırdı.
O zaman Manas konuşmaya başladı:
"Bahadır, Ala-Dağ denen yere geldin. Kırgız denen halka geldin. Hoş geldin Bahadır! Keyfine bakıyoruz da, yolcu gibi bir halin var, bahadırlık heybetin var. Hangi ilden, ne zaman geldiğini anlat, Bahadır" dedi Er Manas kulağını verip.
Er Almambet kederlenerek şöyle dedi:
Adını sanımı sorma bahadır,
Halkından vazgeçen bir yalnızım.
Gözüme alıp ölümü,
Cevap verecek halim yok?
Şaşkın dolaşan insan gibi,
Yol sorsam ne fayda eder?
Böbürlenecek halim yok?
Budala dolaşır her yerde,
Yalnız gezen bir kimseye
Halkını sormak ne fayda eder?
Gideceğim bir yer yok,
Şöyle dolaşan biriyim.
Sığınacak halkım yok,
Şaşkın gezen biriyim.
Hayalde yok iş arayıp,
Şaşalayan biriyim.
At ulaşmaz yol arayıp,
Yol şaşıran biriyim.
Bahadır Manas halkına şöyle duyurdu:
"Göğlere yükselen Ala-Dağ'ı ve onun geniş kırlarını, uzun yollarını kim aşmamış ki halkım! Davet edip getiremiyeceğim Çin hanını Tanrı göndermiştir. Evime kut inmiştir! Belalı kırk bahadır, buraya gelin! Hana selam verin! Binmesine yürük, giymesine kürk elbise verin, esirgemeyin! Ak kulayımı çekin!"
Manas'ın ordusundaki yiğitler oraya buraya koşuşup, hakim beyler telaştan ne yapacaklarını şaşırdılar. Manas sözünü bitirir bitirmez, yiğitler Ak-kula'yı yedeğe alarak, dokuz ünlü koşu atını getirdiler. Atların hepsi eyerlenmişti. Ak-Kula'daki altın eyerin başına sırlı mızrak, yanına Akkelte kılıç, terkisine balta bağlanmıştı.
Kırgızlar Almambet hanın şerefine sarı oğlağı kurban kestiler. Manas hazineci kurnaz yiğide büyük heybeyi açtırdı. Almambet'in başına kızıl altın sikke (para) serpti. Yuvarlak başlı insanların talihi için kırk bin altın sikkeyi yiğitlerine talan ettirdi, kova kova yağları Almambet'in başından çevirip dört ayaklıların talihi için köpeklere yalattı. Üç canlının etini Almambet'in başında çevirip, bu kantlıların talihi için diye kuşlara yedirdi. Almambet'in eski giysilerini zavallı, gariplere pay etti.
Kırk çoranın içinde zor anlardı faydası değen, sıkıştığı yerde çare bulan, temiz sözlü Serek adında bilgiç biri vardı. O Manas'a şöyle dedi:
"Bahadır, Kırgızların adetine göre han geldiğinde şerefine at kesilirdi..." dedi Serek.
Manas bacaklarına vurup kahkaha atıp güldü.
"Evet Serekciğim doğru söylüyor. At kesmeden han karşılamak bizim adetimizde yoktur. Millet han geldikten sonra at kurban keselim, hazırlayın!"
Manas, bahadır Almambet'e cebe giydirdi. Ak-kulasının başladığı iki tulparı yedeğe alıp gelerek onlara hediye verdi ve şöyle dedi:
"Almambet hanım karargahıma gelmişsin, yola koyulacaksan Akkula atıma binip bu atları sürüp git. Mızrağım, tüfeğim sana emanet. Sana verecek hediyem bunlar, kabul et, kalacağım dersen işte halk, gideceğim dersen işte yolun."
Almambet ses çıkarmadı.
Atların sırasında Ak-kula da vardı. "At benimki" diye Almambet Ak-kula'yı aldı, onun yerine Sarala'yı bıraktı.
Mükafatı haketmeden at kesildi. Bunu halkın çoğu bildi, bilse de kimse Manas'a bunu sormadı.
Bu esnada söz ustası Serek işe yaradı.
"Bahadır, at kesilirken onun bir bedeli olmalıydı".
Manas etrafına bakındı. Bunu anlayan kırk çoro bir akıl buldu.
"Bahadır, at yarışının mükafatı için insan konulurmuş diye düşünsün Almambet. Biz çoralar mükafat olarak duralım" dedi kırk çoradan yedisi önüne çıkıp.
O zaman hiç gülmeyen Er Manas kahkahayla dişlerini göstererek gülmeye başladı.
Bu sırada yürük atların önü finişe geldi. Birinci yarışı tuynaklarının değdiği yerleri yer ocağı gibi oyan, toz çıkarıp, dağlar üzerindeki bulutlar gibi yayılan duman bırakan Almambet'in Sarala atı kazındı birinci yarışın mükafatı olan yedi yiğit Almambet'e verildi, onlar sevine sevine gelerek sahiplerinin hizmetine girdiler. Bundan itibaren bahadır evinde olduğu zaman kamçısını alıp, atından indiği zaman dizginini tutup oturduğu zaman döşek hazırlayan yedi yiğit Almambet'in emrine geçti.
Almambet'in kalacağına kesin gözle bakan Er Manas yeni dostuna değer verip onu iki gün kırda dinlendirdi.
Tepede yıldızlara yakın kahramana yandaş yatan, kuşlar ile bir arada uyuyan Almambet ile Manas; iki yiğit can sıkıntısını gderip, rahatladılar, iki gün iki gece yattıktan sonra kalbindeki sözleri birbirlerine anlatıp canciğer dost oldular.
Manas atalarının adetince Almambet'e şöyle dedi:
"Şimdi bahadır, Kırgızlara akraba oldun. Yatacağım dersen işte köşk, gezeceğim dersen işte ilim. Gitsen de sana güveniyoruz, kalsan da! Ama kalırsan başımızın üzerinde yerin var."
"Bahadır Manas, ben hayatımda hiçbir şey görmemiş çocuk gibi biriyim. Çok değişik şeyler yaşadım. Böyle bir zamanda Kırgızlarla geçinebilir miyim, geçinemez miyim diye tereddüt ediyorum. Halkın hakkında, bahadırların hakkında bir şeyler anlat, öğreneyim" dedi Almambet.
Manas şöyle dedi:
"Bahadır Almambet. Tüneğimden inen kutum oldun. Elime konan atmacam oldun! Can ciğer dostum oldun. İşlerim yolundadır. Şimdi sana halkımını durumunu anlatayım. Ecdadımız Türktür. Tanrıya, Yersu'ya Umay Ana'ya tapınıyor. Dağlara çıkıp, güzel yerleri mesken edinir. Sözüne çok özen gösterir. Kanunu ve nizamı ağzında, sırrı yüreğinde, erzağı terkisindedir. Bayrağını, göğün yüzünden ve yanan ateşin renginden almıştır. Damgasını ay ile gökten, canlılardan almıştır.
Yiğitler yastıkta değil, şerefleri için savaşta ölürler. Yağmaya çıktığı zaman yoldaşı tulpar avı ile savaş silahı, sırlı mızrağıdır. Özgür kuşlar gibi kışın Batıda, yazın Doğuda dolaşan kaplan gibi kuvvetli halktır" dedi Manas.
Almambet sıra dağlara merakla bakarak şöyle dedi:
"Kendimizden başka halkları 'vahşiler', 'dağ haydutları', 'vadi haydutları' diye kimseyi muhatap saymadan kibirlendik. İnsanın kötüsü vardır, ama halkın kötüsü yok. Her halkta arsalanı da vardır, hayvanı da."
Manas şöyle dedi:
"Bahadır, Han karargahında babam Cakıp, danışmanı Baka, bütün Kırgızlar var, oraya gidelim?"
Keçe evinin önündeki seçkin yiğitlerden üçü 'Almambet oğlun geldi' diye Cakıp Bay'a hanımına müjde vermek için koştular.
Cakıp Bay Semerkand'ın dışındaki Bel-saz denen yaylada kısraklarını sağıp tay etini yiyip kımızdan çekilen şarabı içip yatıyordu. Üç yiğit birbirleriyle yarışarak müjdeyi ulaştırdılar.
"Bay ata, oğlunun bu dünyada yoldaşı, öbür dünyada arkadaşı, savaşta arslanı olacak biri bulundu."
"Bay ata, oğlunun dövüşte mızrağı, savaşta kılıcı, yağmada yürük atı olacak biri geldi."
"Bay ata, kaplan gibi saldıran, çelik kılıç gibi parçalayan, çekişen düşmanı sağ bırakmayan Almambet oğlun geliyor. Muştuluğunu söyle, bayım."
Cakıp Bay'ın cimriliği tuttu.
Muştuluk verecek mertliği gösteremeyip yiğitleri hanımına gönderdi. Sevgili Çıyırdı hanım müjdeyi aldığında karargahından çıkıp hayır dualar okuyarak Tanrıya şöyle seslendi:
"Ah, Tanrım, bundan on altı yıl önce rüyamda Manas'ın yanında Almambet'in bulunduğunu görmüştüm. Ondan beri ne zaman gelir diye bekliyordum, rüyam doğru çıktı. Müjdeye gelen yiğitler develerden dokuzunu üçünüz paylaşın."
Çıyırdı kuş tüylü teğelti konulan boz yorga (at) sına binip oğlumu karşılayayım diye on iki kadını beraberinde alıp yola koyuldu. Cakıp Bay altmış sakallı ihtiyarı peşine takıp acele hareket etti.
Cakıp Bay Manas ile Almambet'e herkesten önce ulaştı.
"Ah, kurban olayım oğlum Almambet! Sağ salim geldin mi? Seni bize Tanrı gönderdi" dedi Cakıp ağlayıp sakallarını ıslatarak.
Almambet, babasını hatırlamış veya Cakıp Bay'dan memnun olmuş gibi Cakıp'ın göğsünü öptü ve ağladı.
Bu sırada, arkadan saçları beyazlamış Çıyırdı hanımın sesi geldi.
Hanım boz yorgasının dizginini bırakıp altmış ihtiyarın arasından geçerek geldi. "Tanrım bana verdi. Biriciğim çifti geldi." Çıyırdı deve gibi bozlayıp Almambet'e sarılmıştı. Hanımın memelerinden yeni doğum yapan gelininki gibi süt fışkırıp aktı.
"Sevgili Anneciğim" dedi. Almambet memeleri emerek.
Şöhretli hanım Çıyırdı iki memesini çıkarıp sağ yanına Manas'ı, sol yanına Almambet'i alarak ikizleri emzirir gibi emzirdi.
Otuz yaşındaki oğlu iştahla meme emdiğinde memesini sıkıp, sütünü fışkırtan ve bununla zevk duyan gülyüzlü Çıyırdı'nın gevşeyip durduğunu görenlerin hepsi çok sevindiler.
"Halkım, anadan iki, atadan dört tane oldum" Er Manas.
Cakıp Almambet'in gelmesi münasebetiyle kırk bir hayvanı gariplere ve fakirlere sadaka verdi.
Bahadır Manas Almambet'i kutlamak için sekiz kabile halkını çağırıp ziyafet verdi. Çıyırdı hanımın beyaz evinde meyva konulan geniş sofrayı çevreleyip oturanlar arasındaki Almambet şöyle dedi:
"Bahadır Manas, halkını gördüm, Tanrı bahtını vermiş. Talihin varmış. Ak-kula atını mertlik edip bana verdiğin için memnunum. Babamın evindeyken söyleyeyim, Ak-kula'yı sana verdim. Bana Sarala yeter."
Almambet'in akıllılığını gören Kırgızlar çok sevindiler.
Dizilmiş olarak bekleyen kalabalık halkın ortasında Manas, yanında Almambet ve kabile reisleri yer almıştı.
İki yiğit beyaz söğüt çubuğunun uçlarından tutup durdular. Cakıp çelik bıçakla çubuğu tam ortasından kesti.
Post A Comment
Hiç yorum yok :