Mitoloji

[Mitoloji][bleft]

Türk Tarihi

[Türk Tarihi][twocolumns]

Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-Mezopotamya’da ölüler diyarı

 Mezopotamya’da ölüler diyarı


İnanna ölüler diyarına iner. Orada, bir nevi ölerek, kalır. Dönüşü olmayan ülkenin bir kuralı vardır: buraya gelen, yerine kalacak birini bulmadan asla oradan çıkamaz. İnanna, kendi yerine gölgeler ülkesine gidecek birini aramak üzere yeryüzüne cinler eşliğinde çıkar. Cinler İnanna’nın kaçmasını önleyecek, gerekirse onu zorla ölüler ülkesine geri götüreceklerdir. Cin fikri ilk defa Sümerlerde ortaya çıkmış gibi görünmektedir. Cinler, Tanrılara özellikle, sevimsiz işlerinde yardımcı olan, insan dışı yaratıklardır. Sümerler cin ve canavar motiflerini çok fazla işlemişlerdir. İnanna sonunda kocası Dumuzi’yi (Temmuz’u), yeraltına gölgeler ülkesine yollayarak kendini kurtarır. Burada anlatılan tekrar diriliştir. Öbür dünyadan bu dünyaya dönüş, ilk defa tema olarak Sümerlerce işlenmiştir. Bu tema, özellikle tek Tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında, çok önemli bir yer tutacaktır.

Sümer dininde her olayın Tanrıların planına uygun cereyan ettiğini, yani kaderin varlığını belirtmiştik. Ancak, bu kaderci din üzerinde, Şaman dininin etkisinin ortadan kalktığını söylemek mümkün değildir. Sümer dininin, en geleneksel davranışları, din adamları ve bazı kökten dincilerce harfiyen uygulanırken, halk Şamanist kalıntılar nedeniyle daha az kadercidir. Diğer yandan aydın bir gurubun da, insanın dinde belirtilenden daha değerli olduğunu düşündüğünü gösteren ipuçları vardır. Bunun için, daha önce kısaca bahsedilen ilk lirik poeme, Gılgamış destanına geri dönelim.

Gılgamış destanın en önemli tarafının, insanın doğanın sırlarını araştırmaya çalışması ve bunun için gerekince Tanrılara kafa tutması olduğunu söylemiştik. Gılgamış kendi yolunu kendi çizmekteydi. Tanrılar isteseler bile ona engel olamamaktaydılar. Tanrılar, Tufan yollayarak insan soyunu yok etmeye çalışmışlar, ama başaramamışlardı. Tanrılar ve doğa, insana yenilebiliyor ve sırlarını insana kaptırabiliyordu. Tanrılar, insana yardım etmiyor ve hatta güçlükler çıkarıyorlardı. İnsan bu güçlükleri kendi alın teri, bilinçli çabasıyla yeniyordu. Bu destanda tanımlanan insan inançla hareket eden bir varlık değildir. Gılgamış, bilgiyle davrandıkça başarıya ulaşır.

Gılgamış inanmaz ama her şeyi görür ve bilir. Bilmek ve anlamak onu insan yapan niteliklerdir. Ancak, tüm çabasına rağmen Gılgamış, ölümsüzlüğe erişemez. Yapılan saptama ölümsüzlüğün insan için olanaksız olduğudur.




Sümerlerde insanların kader tabletleri vardı. İnsanlar bu kaderleri ile dünyaya geliyorlardı. Kader ezelden ebede kutsal düzenin bir parçasıydı. Yaradan’ın disiplini idi. Kaderi değiştirmek kimsenin elinde değildi ve buna yeltenmek düzeni bozardı. Bir Sümer efsanesinde kader tabletlerini çalan Kuş adam Anzu’dan söz edilir. Göklerde asılı bulunan bu tabletler çalınınca kadersiz kalan insanlar arasında büyük bir kargaşa başlamıştır. Tüm insanlar bildikleri tüm dualarla Tanrılara yakarmışlar, şükür ki kendilerini duyan ve yardım eden Tanrılar sayesinde kader tabletleri Kuş Adam’dan alınarak yerlerine konulmuş böylece insanlık ve dünya yeniden düzenine kavuşmuştur. İlerleyen zamanda kader tabletlerinin yerini alın yazısına bıraktığını ve insanların bu yazıyla doğduğuna inanıldığını görüyoruz.

Sümer kenti Uruk’un yakınlarındaki bir tepede yedi bilge yaşarmış, Onlar denizlerden gelen yarı balık yarı insanlarmış. Süslü pulları ve giysileri, kıvır kıvır uzun sakalları ve civarlarındaki mağaraların oyuklarında baykuşları varmış. Bu Bilgelik Kuşları Yedi Bilgenin yardımcıları imiş… Yedi Bilge yıldızlara bakarak geleceği haber verirlermiş. İnsanların kaderini, geleceğini göklerde araması da çok eski zamanlara dayanır.

Sümer öykülerine bakıldığında, çok net olmasa da, bir cins öbür dünya kavramı çerçevesinde cennet ve cehennem tasarımlarına da rastlıyoruz.

" Toprak altında, Apsu uçurumunun ilerisinde, dönüşü olmayan ülke bulunuyordu, buraya girerken yedi kapıdan geçmek ve her birinde bir örtüsünü bırakmak lazımdı. Son kapıdan geçen artık ebediyen hapis kalırdı. İştar (İnanna) bile oradan çıkamamıştı. Yalnız Enkidu, özel bir izinle dünyaya geri dönüp cehennemi tasvir etti. Karanlık ülkede ruhlar karma karışık olup, toprak ve çamurla beslenirlerdi, en talihli olanların yatakları ve temiz suları vardı.”

Cehenneme Arallu derler ve ışıksız, karanlık bir ülke olarak tasvir ederlerdi. Arallu denilen karanlıklar ülkesinde canavarlar sürüsü ve ölümlerinde son gömülme ritüellerinden yoksun kalmış talihsiz ruhlar bulunurdu. Bu talihsiz ruhlar çirkin kuşlar biçiminde dolanıp dururlardı.

Ruhların öbür dünyada da dünyadaki gibi, yani yaşayanlar gibi beslendikleri kabul edilmektedir. Alıntılayalım; “ Tanrılardan başka, Utukku adı verilen iyi veya kötü cinler vardı. İyi olanlar kanatlı ve insan başlı boğa şeklinde tapınak kapılarında bekçilik ederler, insanları korumak için de görünmez olarak yanlarında bulunurlardı ... Kötü cinler ise bilhassa mezar bulamamış ve merasimleri yapılmamış ölülerdi. Tanrılara bile saldırdıklarından bir defasında Sin'in (Ayın) ışığını saklamışlardı. “

Mezopotamyalılar ölenin ardından yas da tutarlardı. Ölü törenlerinden bir örneği Gılgamış Destanından verelim.

Enkidu'nun ölümüne çok üzülen Gılgamış: " Gözünü yokladı (Enkidu'nun); fakat Enkidu, artık gözünü açmadı. Kalbini yokladı; kalbi atmadı ... duyduğu acıdan arslan gibi bir sayha kopardı. Tıpkı yavruları aşırılan dişi bir arslan gibi. O, Enkidu'nun yüzüne kapanıp saçlarını yoldu ve ortalığı dağıttı. Güzel elbiselerini parçalayıp yerlere fırlattı. “
.
" Seni (Gılgamış Enkidu'nun ölüsüne sesleniyor) rahat yatakta yatıracağım. Evet, seni haşmetli bir yatakta rahat ettireceğim. Selamet olan bir makamda. Solumda bulunan bir makamda seni oturtacağım. Yeryüzünün bütün hükümdarları senin ayaklarını öpsünler. Senin için Uruk halkına ah ve figan ettireceğim; mesut kimselere etrafında matem tutturacağım ve ben, senden sonra vücudumu murdar (mundar) hale getirip, senin için kendimden geçeceğim. Sırtıma bir aslan postu atıp çöllere düşeceğim."

" Beni dinleyin! Siz, ihtiyarlar, beni dinleyin! Ben Enkidu için ağlıyorum. Arkadaşım için. Ağıtçı kadınlar gibi acı sızı döküyorum." Ağıtçı kadınlar, o günlerden bu günlere varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Ruhun ölümden sonra nereye gittiği konusunda ise Gılgamış Destanı şunları yazmaktadır.

“ Eceli ile öleni gördün mü?
Evet gördüm. Gece yatağında uyuyup su, soğuk su içiyor.”

“ Harp meydanında öleni gördün mü?
Evet gördüm. Ana ve babası onun için uğraşıyorlar. Karısı da onun için çalışıyor.”

“ Cesedi kırda bırakılmış (mezara gömülmeyen) olanı gördün mü? Evet gördüm. Onun ruhu yeraltı âleminde.”

“ Ruhu ile kimsenin alakadar olmadığını gördün mü?
Evet gördüm. Hayvanlara yedirilen tencere kazıntısı ve sokağa atılan yemek artıkları onun gıdasıdır.”


Post A Comment
  • Blogger Comment using Blogger
  • Facebook Comment using Facebook
  • Disqus Comment using Disqus

Hiç yorum yok :


Dinler Tarihi

[Dinler Tarihi][bsummary]

Antik Tarih

[Antik Tarih][list]

Video

[Video][threecolumns]

Dünya Tarihi

[Dünya Tarihi][grids]