Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-İnancın Filizleri
İnancın Filizleri
Sümerli düşünürler, insanın çamurdan yoğrulduğuna inanıyorlardı. İnsanlar, Tanrılara yiyecek, içecek ve barınak sağlayarak hizmet etmek amacı ile yaratılmışlardı. Bundan emindiler. İnsanın varlık nedeni tanrıların çıkarları ve zevkleriydi. Amaçları tam olarak anlaşılamayan Tanrıların insana biçtikleri yazgı önceden bilinemediğinden, insanın yaşamı belirsiz ve güvensizdi. İnsan ölürken ruhu güçten düşerdi. Ölen insanın ruhu, dünyadaki yaşamın kederli bir yansıması olan karanlık ve kasvetli ölüler diyarına giderdi. Ölüm insanlığın yazgısı idi. Sadece Tanrılar ölümsüzdü.
Sümerlerin kendi ifadeleri ile Sümerler, iyilik ve gerçeğe, yasa ve düzene, adalet ve özgürlüğe, doğruluk ve dürüstlüğe, bağışlama ve acımaya çok önem verirlerdi. Kötülük ve yalandan, yasa-tanımazlık ve düzensizlikten, adaletsizlik ve baskıdan, günahkârlık ve sapıklıktan, zulüm ve merhametsizlikten iğrenirlerdi.
Tanrıların tüm davranışları ahlakidir. Tanrılar da, insanların iğrendiği ahlak dışı davranışları sevmezler. Ancak, yine de insanların ahlaksız davranışlarını planlayanlar Tanrılardır. Me’ler doğruluk, iyilik ve adaleti içerirken, yalan, didişme, ağlama ve korkuyu da içerir. Sümerler için, Tanrıların niyet ve hareketleri anlaşılamazdı. Kuvvetli bir olasılıkla, hiçbir insan annesinden günahsız olarak doğmazdı. Hiç kimse masum değildi. Adaletsiz ve haksız yere çekilen insan acısı yoktu. Suçlu olan her zaman insandı, Tanrılar değil. Felaketler karşısında tutulacak yolu tartışmak ve yakınmak olamazdı. Yalvarmak, ağlayıp sızlamak günahtı ama hataları itiraf etmek belki bir yol olabilirdi.
Ama Tanrılar, tüm içtenliği ile yakaran, dua eden ölümlüyü dikkate alırlar mıydı? Niye alsınlar ki, ölümlü hükümdarlar yakarışları dikkate almıyorlarsa, Tanrılar hiç almazdı. Tanrıların ilgilenmesi gereken çok daha önemli işler vardı. Dolayısı ile hükümdarlarda olduğu gibi, Tanrıların gözettiği ve dinlemeye istekli olacakları bir aracıyı araya koymak gerekiyordu. Buradan hareketle, Sümerli filozoflar kişisel Tanrı kavramını geliştirdiler. Her birey, her aile için bir Tanrısal baba, bir tür koruyucu melek ortaya çıktı. Acı çeken kimse, dua ve yakarışlarıyla kişisel Tanrısına açılıyordu ve onun aracılığı ile kurtuluşu buluyordu. Kişisel Tanrı, Tanrılar meclisinde, insanın temsilcisi ve aracısı olarak hareket ediyordu.
Biraz önce bahsedilen, “ hiçbir insan annesinden günahsız olarak doğmaz. Hiç kimse masum değildir. Adaletsiz ve haksız yere çekilen insan acısı yoktur. “ düşüncesi, daha ilerde görüleceği gibi, pek çok inançta ve özelloikle Hıristiyanlıkta çok önemli bir role sahip olacaktır.
Sümer dini, pek çok açıdan, mit olarak, kavram olarak kendinden sonra gelen dinlere analık etmiştir. Sümerlerin din kitabı yazmadığını biliyoruz. Onlar, manzum mitler halinde, dini hikâyeler yazmışlardır. Kendilerinden sonra gelen uygarlıklar, bu hikâyelerin pek çoğunu, zamana ve kendi ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirerek, yine mitler olarak uyarlamışlardır. Yazılı bir din kitabının olmaması, Sümer dini kavram ve hikâyelerinin yayılmasını kolaylaştırmıştır. Yazılı bir din kitabının olması, bir taraftan kural ve hikâyeleri değişemez hale getirdiğinden, değişim ve gelişimi engellerdi. Diğer taraftan, başka gelenek ve göreneklere sahip toplumların onlardan faydalanmasını zorlaştırırdı. Şiirsel hikâyeler şeklinde yazılmış mitler, hem insanları eğitiyor, hem eğlendiriyor ve hem de, insanları, benzer eserler yaratmaya itiyordu. Şimdi, biz, bildiğimiz bazı dini hikâyelerin, Sümerlerde nasıl olduğunu birkaç örnekle anlatmaya çalışalım.
Dilmun, saf, temiz ve parlak bir ülkedir. Bu ülkede hastalık yoktur, ölüm bilinmez. Yaşayanlar ülkesi Dilmun’da hayvanların ve bitkilerin yaşaması için gerekli olan tatlı su yoktur. Tanrı Enki, güneş Tanrısı Utu’ya yerden tatlı su çıkarıp, toprağı doyurmasını emreder. Böylece Dilmun, akan suları, yeşil çayırları, her cins meyve ağacı, renk renk çiçekleri ile Tanrısal bir bahçe haline gelir. Bu Tanrıların Cennetidir. Bu Cennette ana Tanrıça Ninhursag (Nintu) sekiz bitki filizlendirir. Bu bitkiler, çok karmaşık ve uzun işlemlerden sonra yaratılabildiğinden, dokunulması yasaklanmıştır. Tanrı Enki, kendini tutamaz, ulağı Tanrı İsimud’un yardımıyla onları yer. Tanrı Enki’nin sağlığı bozulur ve sekiz organı hastalanır. Enki çok kötü bir durumda iken, uzun çabalardan sonra yardım etmeye razı edilen ana Tanrıça, Enki’yi affeder ve onun yanına gelir. Ana Tanrıça, Enki’nin hasta sekiz organından, sekiz tane hastalıkları iyileştirici Tanrı yaratır. Enki ise sağlığına kavuşup, hayata geri döner. Enki’nin hasta organlarından biri de kaburga kemiğidir. Sümerce de kaburga kemiğine ti denir. Enki’nin kaburga kemiğinden Tanrıça Ninti yaratılır. Ninti " kaburga kemiği hanımı " demektir. Sümercede ti aynı zamanda yaşatmak anlamına gelir. Yani, Enki’nin kaburga kemiğinden, kaburga kemiği hanımı, yaşatan hanım çıkar. Şimdi biz, tek Tanrılı dinlerin kitaplarında yer alan benzer bir öyküye göz atalım. Aden’in doğusundaki Cennette, ölümsüzlük, şırıl şırıl akan sular, her cins meyve ve çiçek ve Âdem vardır. Âdem’in kaburga kemiğinden, yaşatan hatun anlamına gelen Havva doğar (yaratılır). Havva, Âdem’i kandırarak, cennette tadılması yasaklanmış bilgi ağacının meyvesini yer. Böylece Âdem günah işler ve lanetlenir.
İnsanın yaratılışına gelince, daha önce belirttiğimiz gibi, Sümerlerce, insan, Tanrılara hizmet edebilsin diye yaratılmıştır. Su ve bilgelik Tanrısı Enki ve ana Tanrıça, ulu hatun Ninmah (Nintu), bir ziyafette çok içip, çakırkeyif olurlar. Ninmah denizden bir parça kil alır ve altı değişik tipte insan şekillendirir. Enki’de onların yazgısını belirler. Sümerler insanın çamurdan yaratıldığına inanırlardı. Bu inanç ta günümüze kadar yaşamıştır. Mademki bilinen her şey topraktan geliyordu. Mademdi ölünce toprağa gidiliyordu, öyleyse ilk insan da topraktan gelmeliydi. Daha sonra, insanın yaratılışı Babil mitlerinde, yine çamurdan yaratılan insan motifine dokunulmadan, ama geliştirilerek işlendi. Sırası geldiğinde, bunlardan da söz edeceğiz.
Tufanı anlatan Sümer tabletinin yalnızca üçte biri bulunmuştur. Bu nedenle, tufan mitinin tümünü bilemiyoruz. Ama elimizdeki tabletin tercümesi bile bize yeterli bilgiyi vermektedir.
Tanrıların verdiği karara bir Tanrı insanlığı kurtaracağını söyleyerek cevap verir. Kral Ziusudra dindar, Tanrı korkusu olan, Tanrısal vahiyleri gözeten biridir. Tanrısal bir ses, Ziusudra’ya Tanrılar meclisinin bir tufan çıkarma ve insanlığın tohumunu kurutma kararı aldığını bildirir. Ziusudra’ya, özel olarak, kocaman bir gemi yapması ve yok olmaktan kurtulabilmesi için yapması gerekenler öğütlenir. Kral, Tanrının sözünü dinleyerek, diğer canlı türlerini de içine alabilecek büyüklükte bir gemi inşa eder. Tufanın gelmesini beklemeye başlar. Tufan bütün şiddeti ile ülkeyi kaplar ve sular yedi gün, yedi gece tüm toprakları örter. Güneş tekrar ortaya çıktıktan sonra, Ziusudra’nın gemisi, içindekilerle beraber kurtulmuştur. Ziusudra Tanrılara kurbanlar verir ve onlara saygılarını sunar. Sonunda Tanrılar da, kralın tutumundan çok memnun olarak, Ziusudra’yı ebedi solukla mükâfatlandırıp, Dilmun’a (cennete) gönderirler.
Yukarıda özetlediğimiz anlatımdaki kopukluklar, tabletin kırık kısımları nedeniyledir. Bu kırık kısımlar akıl yürütülerek, bu yazıda tamamlanmamıştır, bu nedenle okuyana kopuk, kopuk bir intiba verebilir. Biz, bu mitteki Ziusudra yerine Nuh yazalım, kutsal kitaplardaki Nuh tufanını elde edelim.
Mitolojide Altın Çağ, insanların zahmet çekmeden, didişmeden yaşadığı kusursuz bir mutluluk çağı olarak anlatılır. Sümerlerde, insanın korkusuz ve rakipsiz olarak, barış ve bolluk dünyasında yaşadığı ve evrenin bütün halklarının aynı Tanrıya, Enlil’e taptıkları bir zamanın mutlu günleri anlatılır. Bu dönemde tek bir dil konuşulur, yani dil karmaşasından önce evrensel bir dil vardır, insanlar bu dönemde tek yürektirler. Ama bir gün, Enki Enlil’i kıskanır ve düzeni bozmak için insanlar arasına nifak sokar. İşte bundan sonra dillerin ve toplulukların çeşitlenmesi ortaya çıkar. Halklar arasında antlaşmazlıklar ve savaşlar olur. Sümerler, insanlığın bu düşüşünü Tanrılar arasındaki çekişmeye bağlarlar. Daha sonraları, insanlığın tarih içindeki yolculuğunda, Tanrı çokluğunun bittiği bir zaman gelmiş ve tek Tanrı fikri insanlığın büyük bir kısmına egemen olmuştur. İşte o zaman, insanlığın düşüşünü Tanrılar arasındaki çekişmeye bağlamak artık mümkün değildir. Sorun, Tanrı ile insan arasındaki soruna dönüşmüştür. Örneğin, İbraniler bunun nedenini, Tanrı Elohim’in, insanların Tanrıya benzeme tutkusunu, kıskanmasına bağlarlar.
Post A Comment
Hiç yorum yok :