Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-Devlet
Devlet
Yazılı insanlık tarihinin ilk meclisi, bundan 5000 yıl önce Sümer ülkesinde bir araya geldi (M.Ö. 3000). Meclis iki evden oluşuyordu. Birincisi senato veya ihtiyarlar meclisi, ikincisi ise, alt ev, yani eli silah tutan yurttaşlardan oluşan, meclisti. Bu ikili yapı, yerleşiklere, büyük aile (kabile) döneminden miras kalmıştı. 5000 yıl önce toplanan bu meclis, savaş veya barış için karar vermek üzere toplanan bir savaş meclisiydi. “ Senato ne pahasına olursa olsun barıştan yanaydı, alt ev ise savaş istiyordu. Kral senatoyu veto etti ve alt meclisin yanında yer aldı “. Bu meclis kent devletlerinin merkezi hâkimiyet kurmak için birbirleri ile dövüştükleri dönemde toplanan bir meclisti. Uruk meclisi, Kiş tehdidine karşı karar almaktaydı.
Krala karşı, meclis yetkisi; Kralın yetkilerinin daraltılması; Özgür halkın, önemli meselelerde kendi kararını verebilmesi; İşte Sümer'de ilk demokrasi denemeleri; Aslında, demokrasi, avcı toplum ve göçebe toplumların doğal tavrıydı. Toprağa yerleşimle birlikte, sınıflı toplum gelişti ve demokrasi, kişisel yönetimlere karşı zayıf düştü. Ancak, gelenek ve görenekler hemen silinmezler. Doğuştan soylular ve krallar toplum yönetimini ele geçirirken, meclisler sayesinde toplum dayanabildiği kadar dayanmıştır. Sümer meclisini de böyle görmek gerekir. Sümer toplumu, soyluların hâkimiyetine, ikili meclisi sayesinde karşı koymaya çalışmıştır. Bundan sonra, yerleşik düzene geçen her göçebede bu böyle olacaktır. Ancak Sümer ilkel demokrasisinin ve meclisinin önemi, hem bu direnişi ilk olarak gerçekleştirmesi, yazılı olarak kuralları belirli hale getirmesi ve hem de kendinden sonra bu yolu tutacak toplumlara örnek hazırlamasıdır.
Sümerlerin, tarihleri hakkında epey bilgi bulmamıza rağmen, onların bilinçli bir biçimde tarih yazıtları üretmedikleri bellidir. Sümerler, süreçleri inceleyerek ve nedenlere inerek tarih yazmaya çalışmamışlardır. O dönemin insanları, olayları tepeden inme, bizim dışımızda hazırlanmış olaylar olarak kabul ediyorlardı. İnsanın çevre ile etkileşimi sonucu, olayların gelişerek oluştuğunu daha tasavvur edemiyorlardı. Ülkeleri, kentleri gelişmişti; politik, dinsel ve ekonomik kurumları vardı. Sümerler tüm bunları, dünya yaratılırken, Tanrıların isteyerek tasarlayıp yarattıkları bir olgu olarak kabul ediyorlardı. Şu anda sulak, mümbit arazilerinin, eskiden bir bataklık olduğundan ve atalarının asırlar süren emekleri sonucu bu hale geldiğinden habersizdiler. Sanırız, Sümerler sebep- sonuç ilişkisi üzerinde fazla düşünmemişlerdir. Sebep-sonuç ilişkisine dair kuramlar, yazıtlar oluşturulamamıştır. Bunu sadece yazılı belgelerden değil, aynı zamanda dil bilgisi ve matematik gibi bilimlerde de görüyoruz. Bu konularda pek çok liste, tablo, problemler ve çözümleri yazılmış olmasına rağmen, ilkeler ve kuramlarla ilgili eserlere rastlanmamıştır.
Daha öncede belirttiğimiz gibi, Lagaş kent devleti, tapınakların etrafına kümelenmiş, küçük kasabalardan oluşuyordu. Bundan 5000 yıl önce, Lagaş’ta, diğer kent devletleri gibi, Sümer merkezi yönetimine zayıf hükümranlık bağları ile bağlı olan bir kral tarafından yönetiliyordu. Sümer inanışları, her kentin kendi Tanrısı olmasını ve bu Tanrıyı temsil eden bir kralın varlığını gerekli kılıyordu. Bu kent hükümdarına İşakku denirdi. İşakku tüm Tanrılara eşit yakınlıkta duran bir yönetici idi. Tapınak yöneticilerine ise Sanga denirdi. Başlangıçta İşakku, Sangalar arasından seçiliyordu. Ama zamanla, yöneticilik babadan oğla geçmeye başlayınca, İşakkular kişisel servetlerini, tapınaklar aleyhine geliştirmeye başladılar. Bu ise İşakku ile Sanga arasında, yani sarayla tapınak arasında iktidar mücadelesine yol açtı.
Çiftçi, çoban, kayıkçı, balıkçı, tüccar, zanaatkâr, rahip, bürokratlardan oluşan kent ekonomisi, devlet ve özel mülkiyet arasında, karma bir ekonomi niteliği gösteriyordu. Topraklar teorik olarak Tanrıya aitti. Toprakları, yani bir anlamda ekonomiyi Tanrı adına tapınaklar yönetirdi. Uygulamada ise, özel mülkiyet gelişerek, toprakların bir kısmına sahip olmuştu. Böylece, tapınakların köleler aracılığı ile işlettiği araziler; yine tapınakların işletilmesini ortakçılara veya kiracılara verdiği araziler; kişilerin özel olarak sahip olduğu araziler vardı. Devlet özgür halka sosyal bir yaklaşım gösteriyordu. En yoksul kesimin bile bundan 5000 yıl önce (M.Ö. 3000), çiftlik, bahçe, ev ve hayvanları vardı. Bu kural daha sonra işlememiştir. Lagaş, özgür yurttaşları, yurttaşlık haklarının bilincinde idiler. Ekonomik ve sosyal bireysel özgürlüklerini, devletten gelecek kısıtlamalara karşı korumak istiyorlardı.
İlerde, göçebe toplumları incelerken göreceğimiz gibi, avcı toplumda büyük aile birliktelikleri olan boy veya kabileler ve akraba boyların birlikte hareketinden oluşan budun veya tribüler, göçebelikte kurum olarak korunmuştur. Bu kurumların, avcı toplumdan, göçebelik aşamasına geçmeden veya bu aşamayı tam yaşamadan, yerleşik düzene geçen topluluklarda da yaşamaya devam ettiğini görmekteyiz. Kent devletleri işte böyle bir oluşumdur. Kent devletlerinin başlangıcında ve sadece Sümer’de değil, daha sonra kurulacak olan tüm Kent devletlerinde, tribünün akrabalık ve aileler birliği yapısı, Kent devletine taşınmıştır. Kabile Tanrısı, Kent devleti Tanrısı haline gelmiştir veya en değişik şekilde, Kent devleti kendine kabile Tanrısı benzeri bir Tanrı bulmuştur. Fertler, kabileleri içindeki bağımsızlıklarını, özgür yurttaşlar olarak Kent devleti içinde korur durumda olmuşlardır. Yine, göçebe toplum yapısı içinde anlatılacak olan, kişi klan birlikteliği ve uyumu, kabilenin bireyler üzerindeki hak ve ödevleri ile bireylerin kabile üzerindeki hak ve ödevleri, Kent devletleri ilk oluşurken, değişmeye başlamıştır. Değişiklik, yerleşimle birlikte, keskin bir biçimde ortaya çıkan sınıflı toplumun bizatihi kendi ile ilgilidir.
Daha avcı toplum aşamasında, Şamanların ortaya çıkması ile birlikte, sınıflı toplumun ilk çekirdeği oluşmuştu. Yerleşik düzene geçilince, daha önce anlatıldığı gibi, çeşitli sınıflar oluştular. Avcı toplumda, silahların gelişmesi, bir üretim aracı olarak onların özelleşmesini de beraberinde getirmişti. Toplum, uzun zamandır, ortak mülkiyetin yanı sıra, kişisel mülkiyet ile de tanışmıştı. Ama avcılık döneminde, bu özel mülkiyet hissi belli belirsizdi. Yerleşik düzene geçildiğinde, toprağın işlenmesi bakımından, özel mülkiyet kendine uygun bir ortam bulmuş oluyordu. Böylece, sınıflı toplumla özel mülkiyet beraberce çalışarak, servet farklılaşmaları yaratmaya başladılar. Kent devleti ilk kurulurken, devletin avcı toplumdan gelen toplumcu, eşitlikçi yanına, yerleşik düzenin getirdiği sınıflaşma, özel mülkiyet ve servet farklılaşması yani güç farklılaşması da katıldı. Buradan kavram değişiklikleri oluştu. Uyum içindeki toplum- kişi ilişkileri, çelişkili bir hale dönüştü. Artık kişisel hak ve özgürlüklerden söz edilir olacaktı. Kişinin hak ve özgürlükleri, devletin gücü karşısında garanti altına alınılmaya çalışılacaktı.
Kent devleti kurulup, kurumsallaştıkça, özel mülkiyet ve servet farklılaşmasının etkisi ile din ve din adamlarının yani manevi dünyanın yardımı ile soylular sınıfı, doğuştan soylular sınıfı, ortaya çıktı. Ve hâkimiyeti, yönetimi ele geçirdi. Artık toplumsal devlet de, soylular ve din adamlarının hâkim olduğu sınıfsal (bir anlamda kişisel) devlet haline dönüşüyordu. Bundan 5000 yıl önce ve daha epey bir süre, soylu ve din adamlarının devleti, eski gelenek, görenek ve alışkanlıklar sonucu, toplumun ortak devleti olma arzusunu, yani sınıfsız toplum beklentilerini içinde barındıracaktı. Biz bu kent devletlerine, bugünden bakınca, bu nedenle ilkel demokrasiler diyoruz. Daha sonraları, çok daha kötü yönetim biçimleri olduğunu görmüş veya öğrenmiş kişiler olarak bizler için, ilkel de olsa demokrasi diyerek payelendirdiğimiz Kent devletleri, o dönemde yaşayan Halk için, eski haklarının bir kısmını kaybettikleri ve kalan haklarını da korumaya çalıştıkları geri bir düzendi.
İşte Lagaş halkının da, kralları, din adamları, meclisleri ve korunmaya muhtaç kişisel hakları vardı. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Sümer ülkesi, tarım için geniş bir sulama sistemine muhtaçtı. Bu da ortak mülkiyetle, ortak çaba ile ortak sorumlulukla olabilecek bir uğraştı. Böyle, sulama sistemlerinin ağır bastığı ve toplumu çimento gibi birbirine sıkıca bağlayan bir gerçeğin olduğu toplumlarda, hem özel mülkiyetin gelişmesi nispeten engelleniyor ve hem de merkezi devlet güçleniyordu. Sulu medeniyetlerin Kent devletleri, bir yandan, ilkel demokrasilerinden uzaklaşıyor ve bir yandan da, kişi hak ve özgürlüklerini korumak güçleşiyordu. Ama öbür yandan, bu yapı, ortakçılığı getiriyor, yardımlaşmayı ve dayanışmayı arttırıyor, sınıfların birbiri ile keskin olarak ayrışmasını engelliyordu.
Post A Comment
Hiç yorum yok :