Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-Babil dini
Babil dini
Sümer – Akkad uygarlığından, Babil dönemine geldiğimizde, Tanrı isimlerinin değiştiğini ve bazı mitlerin yeni uyarlamalarının yapıldığını görüyoruz. Babilliler de, kendilerinden öncekiler gibi, tüm başarılarını Tanrılara atfettiler. Şehirlerini, her biri Tanrıların saraylarının bir kopyesi olan tapınaklarla süslediler. Babil cennetin ta kendisiydi. Tanrılarla kurulması gereken ilişki, her yıl büyük yeni yıl festivalinde kutlanarak tekrarlandı. Bu da yeni yıl festivalini kurumsallaştırdı. Nisan ayında, kutsal kent Babil’de kral tahta çıkarılır ve hükümdarlığı bir yıl için yeniden pekiştirilirdi. Festivalin on iki kutsal gününde, insanlar kendi dünyalarından, Tanrıların kutsal ve ebedi dünyasına, ritüeller aracılığı ile yönelirlerdi. Bir günah keçisi, eski ve ölmekte olan yılın simgesi olarak kurban edilirdi. Kralın yerine, karnaval kralının çıkışı ile başlangıçtaki kaos canlandırılırdı. Gerçek kralın halk önünde tahkir edilmesi, yapılan alaylar, Tanrıların yıkıcı güçlere karşı mücadelesini temsil ederdi. Bu festival aracılığı ile Babil halkı, kutsal güç veya “ mana “ ile yani uygarlıklarının dayanağı ile temasa geçiyordu. Festivalin dördüncü günü akşamı, din adamları ve koro, Tanrıların kaosa karşı zaferini simgeleyen Enuma Eliş ‘i okurdu.
Enuma Eliş’te Tanrılar önce kendilerini yaratmışlardı. Tarihin ilerki aşamalarında görüleceği gibi, içerik Yahudi ve İslam mistizminde önemli bir rol oynayacaktır. Enuma Eliş, başlangıçta, Tanrıların, kutsal, şekilsiz balçıktan, çifter çifter oluştuklarını söyler. Burada yoktan bir varoluş yoktur. Söz konusu kutsal balçık, ta ezelden beri vardır. Tanrı olsun, insan olsun her şey bu Kaos denilen balçıktan çıkmıştır. Kaos ise, bugün düşünmeye alışık olduğumuz gibi, kıpkızıl fokurdayan bir kütle değildir. Kaos, sınırsız, tanımsız ve kimliksiz gevşek bir karmaşa halidir. Sonra, bu balçıktan üç Tanrı çıktı: Apsu (nehirlerin tatlı suyu), karısı Tiamat (tuzlu su) ve Kaos’un rahmi Mummu. Ama bu Tanrılar da daha tam olgunluğa varmış Tanrılar değillerdi. Apsu ve Tiamat, boşluk veya derin uçurum olarak ta anlaşılabilinir. Daha Tanrı kimlikleri açık seçik değildi. Ama sonra, bu Tanrılardan, birbirini takiben, diğer Tanrılar zuhur ettiler.
İlk Tanrılardan, birbirini takip eden tanrıların zuhur etmesi, “ yayılma “ (sudür) diye adlandırılan ve tarihin ileriki aşamalarında Yahudi ve İslam düşüncesinde önemli bir yer tutacak olan görüştür. İleride İslam feylesoflarında “ sudür “ önemli bir yere sahip olacaktır.
Tanrılar çifter çifter geliyorlardı. Önce, isimleri nehirlerin getirdiği alüvinyonlar anlamına gelen, su ve toprağın birlikteliğini simgeleyen Lahmu ve Laham oldu. Ardından gökyüzü ve denizin ufuklarını simgeleyen Anşer ve Kişar geldiler. Bunları Anu (gökler) ve Ea (yeryüzü) takip etti. Ancak yaradılış daha yeni başlamış ve yıkıcı güçlere karşı mücadele devam ediyordu. Daha genç olan Tanrılar anne ve babalarına karşı ayaklandılar. Yer Tanrısı Ea, Apsu ve Munnu’ya karşı zafer kazanmış ama Tiamat’ın canavarı ile başa çıkamamıştı. Bu esnada Ea’nın imdadına oğlu Marduk yetişti. Marduk, güneş Tanrısı, Tanrısal evrenin en kusursuz varlığı idi. Tanrıların büyük meclisinde, Marduk kendisi kral olmak koşulu ile Tiamat’a karşı savaşmayı kabul etti. Marduk, büyük emek harcayarak ve zorlukları bir bir yenerek, sonunda zaferi kazandı. Tiamat ölmüştü. Marduk, onun cesedinden yeni bir dünya yaratmaya karar verdi. Tiamat’ın vücudunu ikiye ayırdı: Biri insanların dünyası, diğeri onu örten gökyüzü idi. Marduk, her şeyin belirlenmiş yerinde kalması içinde yasalar koydu. Düzen sağlanmalıydı. Kesin zafere henüz ulaşılamadığından, bu olaylar her yıl temsil edilerek pekiştirilmeliydi.
Tanrılar, Babil’de toplandılar, Marduk onuruna dünyanın en büyük tapınağını yaptılar. Bu tapınak Babil Ziguratı idi. Tapınak bittiğinde, Marduk tapınağın tepesindeki tahtına oturdu. Tanrılar hep birden bağırıyorlardı " Burası Babil, Tanrının aziz kenti, senin sevgili evin." Bu yasa ve ritüeller herkes için bağlayıcı idi, Tanrılar için bile. Tanrılar da, düzenin devam edebilmesi için bu ritüelleri gözetmeliydiler.
Babilliler, Ziguratı tanrıların değil, atalarının inşa ettiğini biliyorlardı. Peki, Enuma Eliş’te anlatılan neydi. Çünkü inanıyorlardı ki, yaratıcı davranışları, Tanrıların gücü ile birleşmedikçe başarılı olamazdı. Her yeni yılda tekrarlanan ritüel, insanın yaratılışından çok önce oluşmuştu, varlıkların içine öyle bir işlemişti ki, Tanrılar bile buna boyun eğmek zorundaydılar. Enuma Eliş, Babil’in dünyanın merkezi ve Tanrının evi olduğunu vurguluyordu.
Marduk kral olduktan sonra, bir gün insanı yarattı. Tiamat’ın kocasını ele geçirip öldürdü ve onun kutsal kanı ile toprağı karıştırarak insanı var etti. Burada en önemli nokta, insanın Tanrıdan yaratılma fikridir. Diğer bir nokta da, kanından insanın yaratıldığı Tanrının, Tanrıların içinde en aptalı olması ironisidir. Tanrıların özünden yaratılan insan ile Tanrılar arasında, aynı özden olmanın getirdiği bir bağlantı vardır.
Babil, Sümerlilerden aldığı dini kendine uygularken, kehanet konusunu da gittikçe geliştiriyordu. Babilliler güneşin yörüngesini on ikiye böldüler her bölümü kendine isabet eden takımyıldızla adlandırdılar. Adlandırırken semboller kullandılar. Bunlar Burçlardı. İnsanın kaderi yazılmış olduğundan, bu kader göklerde bir yerlerdeydi (Sümerlerin kader tableti efsanesi hatırlansın). İnsan doğarken, kader tableti de göklerde yerini buluyordu. Böylece insanın doğumu ile gökyüzünün durumu birbiri ile ilişkilendirildi. Doğum sırasındaki hâkim gök cisimlerinin etkisinin insanın kabiliyet ve kaderine etkisi olduğu kabul edilirdi. Bu Burçlara bakarak kader okuma günümüzde bile hala devam eden bir alışkanlıktır. Yıldız falları tarihten bu güne ulaşan eski bir dost, şirin bir oyun gibidir.
Babil’de gök kayıtları M.Ö. 1700 tarihlerinden itibaren başlamıştır. M.Ö. 1700 ile 1681 yıllarına ait tabletlerde Merkür, Venüs, Güneş ve Ayın hareketleri dikkatli olarak kaydedilmiştir.
İnsanlar Gökyüzündeki güçlerin etkisi ve Burçlar konusunda binlerce yıl durmadan çalıştılar. Astrolojinin temellerini attılar. İnsanlık taş üstüne taş koyarak gizemler dünyasındaki bilgilerini birleştirmiştir. Astrolojinin kuralları şifacıları da etkilerdi. Bitkilerin toplanma zamanları aya göre ayarlanıyordu. Dolunayda bitki toplamazlardı. Bitkilerin toplanma mevsimleri, saatleri hatta anları vardı. Rast gele hiçbir şey yapılamazdı. Kutsal sözcüklerin tekrarlanması özel giysilerin giyilip özel malzemelerden yapılmış alet edevatın kullanılması da gerekirdi. Yaşamın, İlahi Güçlerin lütfü ile var olduğuna yürekten inanılır ve düzeni bozmaya asla yeltenilmezdi.
Babil’de aşk tanrıçası İnanna İştar olmuştu. Ama işlevine devam ediyordu. Artık tapınaklarda aşk yapan genç kızların yanında genç oğlanlarda görülüyordu. Bu Babil’de mi ortaya çıkmıştı yoksa Sümerler – Akkad devletinden miras mı kalmıştır, net belli değildir.
Babil bir kentten fazla bir şeydir. Roma gibi Atina gibi bir ilkedir. Babilliler, Babil kentli olmakla övünürlerdi. Kent birliktelik bilincine sahip gururlu insanların kenti olmuştu. Onun içinde Babil bir kavram olarak çeşitli adlara (hususiyetler) sahipti. Bu isimler ile ilgili bir de hikâye vardır. Marduk, Tiamat’ı öldürünce dünyayı yaratmıştı. Tiamat’ı ikiye ayırdı. Yarısından gökyüzünü, diğer yarısından yeryüzünü yarattı. Tiamat’ın damarlarından nehirler, kemiklerinden dağlar meydana gelmişti. Böylece Marduk, şimdi bildiğimiz dünyayı yaratmıştı. Zaten tanrılar uzun zamandır kendilerine hizmet edecek birilerini istiyorlardı. Marduk’da önce dünyayı sonra insanı yaratarak, diğer tanrıların bu isteğine cevap vermiş oldu. Bunun üzerine bütün tanrılar oturup, Marduk’u tebrik ettiler ve kendilerindeki bütün güçleri tek tek ona vermeye başladılar. Her bir gücün bir ismi vardı. Marduk’a elli tane güç verildi. Bunların içinde ateşin gücü, rüzgârın gücü vs vardır. Sonunda tüm güçler tek bir tanrıda toplanmış oldular. Bu tek tanrıya giden yolda çok önemli bir merhaleydi.
Daha sonra anlatılacak olan İbranileri işte bu Marduk kültü çok etkilemiş olmalıdır. Bütün diğer tanrısal güçleri kendinde toplayan bir tanrının “ Tek Tanrı’dan “ farkı yoktur. İbranilere tek tanrı fikri buradan gelmiş olmalıdır. Daha sonra göreceğimiz gibi, İbraniler bu tek tanrı olmayan tek tanrı fikrini Mısır’a taşımış ve böylece orada tek tanrı olarak Aton’un somutlaşmasına katkıda bulunmuşlardır.
Post A Comment
Hiç yorum yok :