Mitoloji

[Mitoloji][bleft]

Türk Tarihi

[Türk Tarihi][twocolumns]

Anadolu Merkezli Dünya Tarihi-Kadim Atalarımız

Kadim Atalarımız

Bundan 14–15 milyar yıl önce, kâinat bugünkü şeklini alırken, bizim tarihimiz de başlıyordu.

Beş milyar yıl önce Güneş Sistemi ve Dünyamız, ortaya çıktı. Birkaç milyar yıl içinde, Dünyamız kendini dengeledi ve bugünkü şeklini aldı. Sonra, ilk canlılar boy göstermeye başladılar. Milyarlarca yıl, canlı yaşamın hayata tutunabilmesi ve gelişmesi ile geçti. Milyarlı geçmişimizden, milyonlu geçmişimize gelindiğinde, dünyada artık gelişmiş yaşam biçimleri vardı. Bitkiler, sürüngenler, memeliler ve diğer canlı türleri, dünyadaki yaşamı, paylaşıyorlardı. Zamanımıza daha da yaklaştığımı-zda, bundan 7 milyon yıl önce, insan olmaya aday türlerin evrimleştiğini görüyoruz. Sonunda, insana varacak olan bu evrim, Afrika kıtasında ortaya çıktı. Afrika kıtasında, 7 milyon yıl sürecek bir serüvenle, doğa ile uyum eleğinden geçebilen maymunsu atalarımızdan bugünkü İnsana varan gelişme oluştu.

Evrim sürecinde, insana benzer niteliklere ulaşan ilk canlılara “ Hominid “ (İnsanımsı) diyoruz. Bu Büyük Atalarımızı diğer canlılardan ayıran üç özellik vardır. Pelvis (leğen kemiği) onların dik durmasını sağlayacak şekilde değişmiştir. El başparmağı “ oppozisyon “ durumuna evrilerek, elin iş yapmasını sağlayacak duruma gelmiştir. Beynin koruyucusu olan kafatası boşluğu 800 cc den fazla büyümüştür.

Dişi Homo Ergaster
Dik durabilen Büyük Atalarımızın elleri özgürleşti. Alet yapabilir niteliği kazanmışlardı. El becerileri gittikçe arttı. El becerisi arttıkça buna paralel beyin gelişti. Bugün, insan organları ile beynin merkezleri arasındaki ilişkiyi biliyoruz. Beyin merkezleri içinde göreceli olarak en büyük yeri başparmak becerileri kaplamaktadır.

Büyük Atalarımız kendi çabaları ile ayağa kalkmışlardır. Bu kalkış, Pelvis değiştirip, beyni geliştirmiştir. Ayakta ellerini hürleştiren atalarımızın başparmağı gelişmiş, bu da beynini tekrar geliştirmiştir. İnsan soyu kendi beyinsel evrimini beceri kazanıp, değer yaratarak, emeği ile geliştirmiştir. Yani İnsanın geldiği durum kendi çabasının eseridir. İleride bütün tarih boyunca görülecek olan da budur. İnsan ne etti ise kendi etmiş, ettiğini bulmuştur.

Evrimleşen beyin sonunda “ Kortekse “ (Cortex, Latince kabuk demek) kavuşmuştur. Kortekste 10 milyardan fazla hücre bulunur. Bunlar birbirine “ Akson “ ve “ Dendrit “ denilen çok sayıda uzantıyla değişik şekillerde bağlanmışlardır. “ Synaps “ denen birbirinden farklı bu bağlantılar, milyarlarca farklı kişilik ve yeteneğin ortaya çıkmasına da neden olur.
İnsan soyu kendi çabaları sonucu, beyin ön (Frontal) bölge loplarının gelişmesini de sağlamıştır. Bu kısım sadece insan soyuna özgü bir gelişmenin ürünüdür.
Çevre, yaşamda, daima, gelişmeyi etkileyen en önemli unsur olmuştur. Ancak, İnsanın evrimleşmesinde, ağır ağır, kültür ortaya çıkmış ve gelişimin bir etkeni olmaya başlamıştır. Önceleri ufak, önemsiz sayılabilecek olan kültür etkisi, zaman geçtikçe, yıllar devrildikçe, önemli bir etken haline gelmiştir. Ancak, günümüzde bile doğanın etkisi (iklim, yer hareketleri, uzaydaki gelişmeler…) önemini korumaktadır.
Bundan, iki buçuk milyon yıl önce, Afrika’da İnsan olmaya aday atalarımız yaşamaya başlamışlardı. İçlerinde bize en fazla benzeyeni Homo ergasterlerdi.

Homo ergasterlerde insan olabilmenin filizleri ortaya çıkmıştır. Konuşuyorlardı, konuşarak haberleşebiliyorlardı, hiyerarşik bir örgütlenmeye sahiptiler. Bütün canlılar içinde, en gelişmiş soğutma sistemi onlardaydı. Tüysüz vücutları ve terleme sistemleri, onları sıcak karşısında avantajlı hale getiriyordu. Beyinleri Modern insan beyninin 2 / 3’ü kadardı, ama bu bile büyük bir beyindi. Bu büyük beyinleri sayesinde çevreyi daha iyi algılayabiliyorlar, bağlantısız gibi görülen olaylar arasında ilinti kurabiliyorlardı. Kararmış bir buluttan yağmur yağacağı, kırlangıçların göçünden mevsimin değişeceği sonucunu çıkarabiliyorlardı. Teknolojide de gelişmişlerdi. O güne kadar yapılan en gelişmiş taş baltaları yaptılar. Daha sonra, belli tarzda yapılmış olan bu taş baltalar, onların izini sürmemizde bize çok yardımcı olacaktır.

Büyük beyinleri, enerji tüketimlerini arttırmıştı. Toplam enerji tüketimlerinin 1 / 5’i beynin ihtiyacına gidiyordu. Artan enerji ihtiyacı, zaten mönülerinde olan eti, ana besin maddesi haline getirdi. Avcılık ön plana çıktı. Bundan sonra, günümüze çok yaklaşana kadar, avcılık insan beslenmesinde en önemli faaliyet olacaktır. Etin temel gıda haline gelmesi, ateşin bulunması ile de doğrudan orantılıdır. Çiğ yenilen etin, çiğnenmesi ve sindirilmesi için geçen zaman, o kadar uzundur ki, pratikte çiğ etle beslenmek ve bitki ile beslenmek aynı hesaba gelmektedir. Bu nedenle, zaten yenilmeye başlanmış olan et ancak ateşin kullanımı ile beslenmede hak ettiği yeri almıştır.

Beslenmede hayvansal proteinin daha fazla kullanılması, bir taraftan daha az yiyerek daha uzun süre tok kalmayı ve dolayısı ile beslenme dışında faaliyette bulunmayı mümkün kılarken; diğer taraftan beynin daha da gelişebilmesine olanak sağlayacaktır. Avcılık, örgütlenme ve planlı bir beyin faaliyeti ister. Avlanmadan geri kalan zaman da kültürün filizlenebilmesi için uygun ortamı yaratır. Et, gıda maddesi olarak, beslenmedeki en önemli yeri almıştır. Bu nedenle kıymetlidir. Ve bu nedenle, takas aracı olarak kullanılır. Özellikle çiftleşme isteğinde, et, ikna kabiliyeti yüksek bir takas aracıdır. Böylece, avcılıkta maharetli olan, ete sahip olan, cinsel olarak ta avantajlı hale gelmektedir. Homo ergaster, büyük beyni sayesinde, çevresindeki hemcinslerini anlamakta, iş birliği yapmakta, birbiri ile dayanışmakta ve bilgiyi gelecek nesillere aktarabilmektedir. Homo ergasterlerin tek eşli bir aile geliştirdiği, en azından dönemler halinde tek eşli yaşadıkları düşünülmektedir. Homo ergasterlerin kalıcı evleri yoktur. Av peşinde, dolaşır dururlar. Ama çok önemli bir kavram geliştirmişlerdir: Aile ve dostluk bağı. Bu, o güne kadar tanınan en güçlü bağ idi. Ve bu güçlü bağ sayesinde, ileride, bu bağı ergasterden miras alan Homo sapiens (modern insan) devletler kuracaktır.

Homo ergaster, yeteri kadar çoğaldığında, doğa koşullarının değişmesi sonucu, doğup kalabalıklaştığı topraklardan yani Afrika’dan göç etmeye başladı. Afrika’yı terk ederek, dünyaya yayıldı. Nil boyunca kuzeye doğru çıktı.

Homo eraktus
Bir kısmı Nil’i takip ederek, Kuzey Afrika’ya, Orta Doğuya yayıldı. Bir kısmı, Aden körfezinden, o zamanlarda Afrika’ya bitişik olan Arap yarımadasına geçti. Bunlar kıyı kıyı giderek Hindistan’a, Çin’e ulaştılar. Uzun yol kat eden, Homo ergastere, bu niteliğinden dolayı Homo erektus denilmeye başlandı. Çin ve dolaylarına varan Homo erektus (Homo ergaster), atalarının Afrika’da bulduğu taş baltayı kullanmayı, burada terk etti. Çin’de ve Java’da Bambu ağacından yapılmış silah ve eşyanın kullanımına geçti. Beslenme alışkanlıklarını da değiştirdi. Artık, böcek yiyor ve Asya’da bol bulunan gıdaları tercih ediyordu. Homo erektusun beyni, elindeki imkânları kullanması ve alışkanlıklarını değiştirebilmesi için yeteri kadar işlevseldi. Çevre koşullarına uygun olarak kendini değiştirebiliyordu. Çevre koşulları değişmedikçe, dış zorlamalar gelmedikçe, gelişme duruyor, gelişmenin yerini durağanlık alıyordu. Homo erektus, sonunda durağan bir hayata varmıştı, pekiyi de evrim ne olacaktı?

Homo ergasterin taş baltayı bulmasından bir milyon yıl sonra, Afrika’da Homo erektus hala atalarının baltasını kullanıyordu. Teknolojisi değişmemişti. Yeni bir icat olmamıştı, hep aynı taş balta vardı. Derken, beynin çalışmasını ateşleyecek, yeni bir şey oldu. Homo erektus ateşi buldu. Ateşin kullanılabilir hale gelmesi; ateşin kontrol altına alınıp hizmete sunulması, hayatları değiştirdi. Yaşam tarzı ve düşünme şekli değişti. Ehlileştirilen güç, evrime güç kattı.

Heidelbergensis

Heidelbergensis

400 bin yıl önceye geldiğimizde, Homo erektusların torunlarına rastlıyoruz. Bunlar Heidelbergensislerdir. Homo erektusun torunları Avrupa'da ve Afrika'da dolaşıp, avcılık yapmaktadırlar. Güney İngiltere’de görüldüğü gibi, torunlar (Heidelbergensisler) şifalı otları kullanmayı biliyorlardı. Genel olarak davranışları bizler gibi idi. Ancak dünyayı olduğu gibi görüyor ve görmeden kabul edemiyorlardı. Kuvvetli aile ve dostluk bağları, ölüm ile bitiyordu. Ölen, öldüğü yerde kalıyor, onları gömmek kimsenin aklına gelmiyordu. Aslında gömmek fikri, ölüm sonrası yaşam fikri ile bağlantılı olduğundan, bu Homo erektuslar için daha varılamamış bir fikir düzeyiydi. Homo erektusun torununu, ortaya çıkışından bir kaç yüz bin yıl sonra, artık ikiye ayrılmış olarak düşünmek zamanı gelmiştir. Bir kısmı Afrika’da, kurak bir iklimde yaşıyorlardı. Bir kısmı ise kuzeye gitmişti. Kuzeyin buzulları içinde yaşam savaşı veriyorlardı.



Neandertaller
Günümüze yaklaştıkça yani bundan 140 bin yıl önce, Avrupa’da Kuzey Heidelbergensisleri yok olmuşlardı. Evrim ortaya Neanderthal adamını çıkartmıştı. Neanderthal adamına, Avrupa’da, Asya’da ve Orta Doğuda rastlıyoruz. Neanderthal adamının Orta Doğuda, Homo erektustan evrimleşip, Anadolu üzerinden Avrupa’ya geçtiğini iddia edenler vardır. Biz ise, daha ilerde bahsedeceğimiz gibi, Anadolu'nun doğudan batıya, o tarihlerdeki geçit vermez özelliği nedeniyle, bu iddianın mümkün olabileceğini sanmıyoruz. Anadolu, göç yolu özelliğine, teknoloji ilerledikçe varacaktır. Orta Doğu ile Avrupa arasındaki Neanderthal adamı geçişi, ister Orta Doğudan Avrupa'ya, ister Avrupa’dan Orta Doğuya olsun, Karadeniz'in kuzeyinden dolaşılarak gerçekleşmiş olmalıdır. Ama her durumda, Homo erektustan, bundan beş ila altı yüz bin yıl önce, Neanderthal adamı dallanmıştır. Neanderthal adamına özellikle Avrupa’da ve Orta Doğuda da rastlamış olmamız, bu dallanmanın, Afrika dışında gerçekleştiğini göstermektedir. Her durumda, ilerde nesilleri silinecek olan Neanderthal adamını Avrupa’nın esas yerlileri kabul etmek yerinde olur sanırım. Neanderthaller konuşuyorlardı. Ateşleri vardı. Hiyerarşi ve örgütlenme ilerlemişti. Boyları bir buçuk metre kadardı. Soğuk iklim koşullarına uyum sağlamak için, yani ısı kaybını azaltmak için kol ve bacakları kısaydı. Soğuk iklimde ter önemli bir problemdi. Ter, vücutta hemen donarak, problemlere neden oluyordu. Bu nedenle, soğuk iklimde yaşayan Neanderthalin, teri azaltıcı bir soğutma sistemine ihtiyacı vardı. Bu da büyük burunla çözüldü. Neanderthallerin çok dayanıklı bir vücutları vardı. Zekâları da gelişmişti. Ancak, modern insandan en önemli farkları, hayal güçlerinin olmamasıydı.

Afrika’daki Homo erektusun torunlarına gelince, kuraklık nedeniyle değiştiler. Koyu renk derileri oldu, ince ve uzundular. Güçlü olmak, sabit fikirli olmak Afrika’da bir işe yaramıyordu. Sayıları azalmaya başladı. Kuzeyde ise Neanderthal adamı çoğalmış ve yerleşmişti. Hayal güçleri olmasa bile durumuna iyi uyum sağlamıştı. Neanderthal adamı kuzeyin efendisiydi. Güneyde ise kuzenleri, Afrika'nın kurak ikliminde ölüyorlardı. Bundan 140 bin yıl önce bir tür ölürken, içlerinden çok ufak bir bölümü hayatta kalmayı başardı. Bunlar, kendini değiştirebilmiş çok ufak bir azınlıktılar. Hayal gücü ortaya çıkmıştı. Deve yumurtasının tepesini delip, su kabı olarak kullanıyorlardı. Bu kapları toprağa, kuma gömüyor, su bulamadıkları zaman ihtiyaçlarını görüyorlardı. Böylece, güneyde, değişebilenler, hayal gücünü oluşturabilenler yaşadı. Diğer tüm Homo erektuslar, zaman içinde silindi. Evrimin seçicilik kuralı, gene yapacağını yapmıştı. Bu ufak azınlık, güneyde, Afrika'nın zor ve kurak koşullarında varlığını sürdürebildi. Ta ki, bundan 100 bin yıl öncesine gelene kadar. Bundan 100 bin yıl önce, bir buzul çağı daha bitti. Afrika'nın iklimi bir daha değişti. Afrika yeşerdi, şakır şakır sular akmaya başladı. Yaşamayı başaranlar, bolluğa kavuştular. İşte, bugünkü insanlar, o bir avuç atadan doğanlardır. Ortaya Homo sapiens çıkmıştı.
Post A Comment
  • Blogger Comment using Blogger
  • Facebook Comment using Facebook
  • Disqus Comment using Disqus

Hiç yorum yok :


Dinler Tarihi

[Dinler Tarihi][bsummary]

Antik Tarih

[Antik Tarih][list]

Video

[Video][threecolumns]

Dünya Tarihi

[Dünya Tarihi][grids]